14. Sayı / 2. Kısım
Tüketici Konfederasyonu Başkanı Aydın Ağaoğlu
TÜKETİCİ HAKLARINA ADANMIŞ 26 YIL
Beni bu işe içimdeki insan sevgisi, vicdan ve utanma duygusu itti.
Ben amatörüm, benim istatistik tutacak imkanım bile yok.
Tosuncuk beni tehdit etti.
Röportaj: Atıl Ünal
Aydın Ağaoğlu, 70 yaşında bir sanayici. Plastik ürünler imalatı yapıyor. Ama biz onu Tüketici Hakları için verdiği mücadele ile tanıdık. Kendisine sorulan her soruyu büyük bir dikkatle cevapladığına şahit olduk. Her soruya en doğru cevabı verebilmek için kelimenin tam anlamıyla çırpınıyor. Röportaj sırasında basından arayanların sorularına cevap verirken buna bizzat şahit oldum. Biz ondan kendisini anlatmasını istedik, ancak o yine tüketicinin gündemini anlattı. Kendinden önde tuttuğu haklarımıza adanmış bir hayat resmen. Ben dinlerken çok bilgilendim, bilinçli bir tüketici olmak adına sizlerin de dikkatle okumanızı tavsiye ederim.
Beni bu işin içine içimdeki insan sevgisi, vicdan ve utanma duygusu itti. Ben önce onurumu sağlam tutmalıyım. Benim arkamdan kimse kötü bir şey söylemesin.
Öncelikle bir tüketici olarak size teşekkür ederek başlayayım. Tüketiciler olarak birçok konuda, sizin sayenizde bilgi sahibi olduk. Bugün tüketicinin değil, Aydın Ağaoğlu’nun gündemini konuşalım istedik. Aydın Ağaoğlu kimdir, tüketici hakları konusuna nasıl girdi?
Teşekkür ederim. Ben 70 yaşında bir iş adamıyım, küçük sanayiciyim aslında. Tüketici hakları alanında amatörüm, bir profesyonel değilim. Amacım; özel hayatımdan, iş hayatımdan, yaşamımdan, sağlığımdan arttırabildiğim zamanı bu işe yöneltip insanların sevgisini, saygısını, duasını kazanmaktı. Benim zamanım kıt, kaynaklarım kıt. Bu uğraş, bende özel hayat da bırakmadı. Dün gece saat 00:30’da televizyona bağlandım, halkı aydınlatmak için. Biz de böyle hizmet etmeye çalışıyoruz. Benim durumum şuna benziyor. Bir çocuk denize düşmüş boğulurken, o soğuk havada, elbiseleri ile bir adam atlamış, çocuğu kurtarıp çıkmış. Herkes alkışlıyor, “kahraman” diye. Adam çıkmış “kim itti beni denize?” diye kendisini iteni arıyor. Benim durumum buna benziyor.
Peki kim itti sizi?
Beni içimdeki insan sevgisi, vicdan ve utanma duygusu itti. Sen benden randevu istedin. “İnsanları aydınlatacağım bazı bilgilere ihtiyacım var, senden bilgi almak istiyorum” dedin. Sana hayır dersem yüzüm kızarır, utanırım. Bana sevgin saygın varsa, o da zedelenir. İşte bundan utanıyorum. Bunun için kendi ihtiyaçlarıma olan, örneğin doktora gitme ihtiyacım, eğlence yerine gitme ihtiyacım, hepsini bir kenara koyuyorum. Ben önce onurumu sağlam tutmalıyım. Benim arkamdan kimse kötü bir şey söylemesin.
Derneğin hiçbir geliri yok, ben cebimden koyuyorum.
Süreci kendiniz üzerinden anlatıyorsunuz. Tüketici Hakları mücadelenizde sizin arkanızda TÜRKONFED, Tüketiciler Derneği gibi kurumsal ekipler var sonuçta, değil mi?
Profesyonel kimse yok. Gönüllüler var. Biliyorsun derneklerin hiçbir yetkisi ve hükmü yok. Yedi kişi bir araya geldi mi derneği kuruyor. İnanın hiçbir yetkisi olmadığı gibi, hiçbir geliri de yok. Bazı kamu yararı vasfı kazanmış derneklere devlet bütçe veriyor. Bizde öyle bir şey de yok. Kamu yararına dernek olmak için siyasi arkan olacak. Biz siyasetin hiçbir yerinde değiliz. Siyaset ekonominin ayrılmaz bir parçası evet. Biz tüketicinin öncelikle ekonomik çıkarlarını zedeleyen, tahrip eden unsurlar varsa, onlara karşı sesimizi yükseltiyoruz. Siyasetle bağımız bu kadar. Sizin gibi medya mensupları da itibar gösteriyor, yansıtıyorlar kamuoyuna.
Peki, şu anda derneğin hiçbir geliri yok mu?
Hiçbir geliri yok.
Siz cebinizden mi karşılıyorsunuz?
Tabi tabi, ben cebimden karşılıyorum.
Peki, sizin gibi başka destek veren dernek üyesi var mı?
Var, tabi. Ama ben en yaşlı olduğum için, bir de en titiz, en hassas ve de ekonomik durumum görece daha iyi olduğu için esasen bende bu konu... Sekreterimiz bile yok mesela. Kendi işlerim için değil, tüketici hakları ile ilgili bir arşiv oluşturmak için bile çalışacak kimse yok benim dışımda. Gönüllüler var. Bu gönüllüler varlıklı insanlardan gelmiyor. Arkamda bulunan arkadaşlar, kimisi avukat, kimisi tıp doktoru, kimisi mimar, hepsi ekmek parası için uğraş veriyor. Bizim yaptığımız iş ideolojik bir iş değil. Biz ne bir Kur’an kursu koymuşuz ne de kız çocuklarını okutmaya yönelmişiz. Biz toplumun ekonomik çıkarlarını koruyucu, ağırlıklı olarak bu bağlamda, açıklamalar yapıyoruz. Bilgimizi arttırıyoruz. Burada lokomotif benim.
Bir nevi amme hizmeti yapıyorsunuz ve bunu tek başınıza yapıyorsunuz. Peki siz bu işe nasıl ve neden başladınız?
Avrupa Birliği’ne aday üye aldılar bizi, o kapsamda oluşturulan yasalarla birlikte, 1995 yılında Tüketici Kanunu çıktı. (Kanun kitabını gösteriyor, masasında hemen elinin altında, birçok kanun ve mevzuat kitabı ile beraber duruyor.) O dönemde üniversitede öğretim görevlisi Türkçe öğretmeni Engin Başaran hanımefendi, “Aydın’cığım” dedi, “sen de bizim derneğe gir.” Dernek dediği Tüketiciler Derneği, TÜDER. “Anlamıyorum hocam ben bu işten” dedim. “Senin de ismin bulunsun” dedi, “Tamam” dedim girdim oraya. Sekreteri sigorta ettirdim, maaşını ödedim.
Tüketiciler Derneği Başkan Yardımcısı diye kartvizit olunca, birileri bir şeyler sormaya başladı. Cevap veremiyorum, bilmiyorum ki. Mahçup oluyorum. Yemiyorum içmiyorum, o konuyu araştırıyorum, ona soruyorum, buna soruyorum, sonunda öğreniyorum. Öğrenince soranı arıyorum ya da mesaj atıyorum, “konu budur öğrendim” diye. “Sakın ha ben yanlış yönlendirdim diye düşünme, bilmeden yanlış bir şey söylediysem de bak araştırdım doğrusu bu” diyorum.
Böyle başladı, sonra medya şunu gördü, kamuoyu şunu gördü; bu adam kendisine bir şey istemiyor, kendisine bir beklentisi de yok. Arabam Mercedes cip, bu bina benim (Röportajın yapıldığı, sanayi şirketi binasından bahsediyor). İçinde iki tane yapay gölet olan bir sitede, bahçe dubleksinde oturuyorum. Orta hallinin biraz üstüyüm ben. Dolayısıyla bir güven oluştu.
Bir tüketici olarak ben sizi takip ediyorum. Bu çabanızın devamının gelmesini ve daha da güçlenmesini istiyorum. Bu çabayı kurumsal hale getirmeyi düşündünüz mü?
Kaynak yok.
Kaynak konusunda yapacak bir şey yok mu peki?
Kaynak yarattığın anda, sana kaynağı verene gebe kalıyorsun. Belediye “gel senle bir proje yapalım” diyor mesela. “Genç hukukçuları, sizin gibi PR’cıları, uzmanları toplayalım, tüketiciyi bilinçlendirecek programlar yapalım. Afişler broşürler bastıralım, seminerler düzenleyelim. Okullara ders konulması için Milli Eğitim Bakanlığı’na gidelim, görüşelim, bir alt çalışma yapalım...” Peki bunları yaparken sen taş mı yiyeceksin? Ben yılların birikimini yiyorum, sen ne yiyeceksin buranın gönüllüsü olarak. Genç adamsın, evde tencere kaynayacak. Benim paramı da sen ver dersen, ona da benim gücüm yetmez kardeşim. Bütçeyi başkasından alınca da olay parayı verenin propagandasına dönüşüyor, gebe kalıyorsun.
Rekabet Kurumu 2020 yılı, 7 Mayıs tarihinden beri inceliyor. Ne biçim inceleme bu! Bir buçuk yıl oldu; suçları yoksa ayrı problem, yasaya aykırılık varsa ayrı problem.
Peki madem öyle, açıkça sorayım, devletin bu işe yönelik bir birimi yok mu?
Devletin Ticaret Bakanlığı bünyesinde, yüzlerce kişinin çalıştığı Tüketicinin Korunması ve Piyasa Denetimi Genel Müdürlüğü var. Oradaki Genel Müdür’ün makam arabası var. Özel Kalemi var. Yetkileri var, yüksek maaşı var, koruması var belki bilmiyorum. Genel Müdür Yardımcıları var. Daire Başkanları var. Şube Müdürleri var. Örneğin, Hukuk Daire Başkanlığı var, orada hukukçular var maaşlı. Var böyle bir düzenek. Burada yapılması gereken; “Aydın Efendi, sana biz danışmanlık sıfatı verelim, ücret de vermeyeceğiz. Ama bir şoför bir sekreter buradan sana tahsis edeceğiz” demeleri lazım. Demeleri lazım ki, “Gazeteci Atıl Bey filan bilgiyi istedi, ona gönder. Hatta o konuda örnek bir olay veya karar var mı diye bak.” Kim yapacak bunları? O sekretere diyeceğim ki bunları kategorize et. Yarın bir gazeteci gelip “böyle bir olay var, benzer bir olay yaşandı mı?” dediğinde; “Evet var, hatta yargılaması da yapılmıştı. Sekreterim Ayşe kızım, gönder Atıl Bey’e” diyebilmem lazım. Para istemiyorum, benzinimi de kendim koyayım.
Tamam, siyasetten çıkalım o zaman. Bizim bunu talep etmemiz lazım tüketici olarak.
Siyasetten çıkamazsın. Bu Genel Müdürlük kimin emrinde?
Hükümetin...
Hükümetin emrinde. Hükümet okumuyor mu, görmüyor mu bunları? (Aydın Bey’in sesi yükselir) Özür dilerim sana bağırmıyorum, ben duygu adamıyım.
Estağfurullah
Ben çıkıyorum “dört tane market arasında anlaşma yapmış, ortak hareket ediyorlar” diyorum. “WhatsApp gruplarında konuşuyorlarmış” diyorum. Rekabet Kurumu da 2020 yılı, 7 Mayıs tarihinden beri inceliyor. Ne biçim inceleme bu! Bir buçuk yıl oldu. Suçları yoksa ayrı problem, yasaya aykırılık varsa ayrı problem.
Sizin açtığını gündemler markalar tarafından da gündeme alınan konular. Kriz yaratabiliyor sizin açıklamalarınız. Aynı zamanda siyasi gündeme de oturuyor. Siz işin doğrusunu söylüyorsunuz ama siyasi olarak söylediklerinizin bir kısmı hükümete, bir kısmı muhalefete yarıyor. Zor olmuyor mu bu pozisyon sizin için?
Oluyor tabi. Tam olarak dediğiniz gibi oluyor, çünkü ben ekonomideki sıkıntıyı anlatıyorum. Sorun olmuyor ama, art niyet olmadığını herkes hissediyor. Kimse aptal değil, özellikle siyasetçiler. Devleti yönetenin elinde istihbarat kurumları var, ekonomik araştırma için MASAK gibi kurumları var, emniyeti var, yargısı var bu devletin. Ben yargılandım, BİM Marketleri beni dava etti. Oluyor böyle şeyler, ama aklanıyorum sonunda, herkes biliyor niyetimi.
Ben, “ÇiftlikBank dolandırıcı” dedim kimse bilmezken, 12 Temmuz 2017’de Kanal B’de söyledim. “ÇiftlikBank dolandırıcı, bunun hukuki sonuçlarına da razıyım” dedim. Kimse bilmiyor ÇiftlikBank’ı o zamanlar. Benden beş ay sonra, Kasım 2017’de, soruşturma başladı diye açıklama yapıldı ama sonuç çıkmadı. Süleyman Soylu’ya gittim 2018 Mart ayında. Dedim 8-9 ay oldu ben açıklama yapalı, harekete geçmediniz, ama beni yayının ertesi günü ÇiftlikBank Tosuncuk aradı. Cep numaramı bulmuş, Arjantin’nden arıyordu, farklı bir numaraydı ve tehdit etti beni. “Önümü kesiyorsun, kaldır o videoyu” dedi.
Ağustos 2018’de çıktım, “Alın bu zamları geri” diye haykırdım. Bu videodakileri ben art arda söylemiyorum, basın aramış bulmuş farklı röportajlarımdan, montajlamış, araya da Cumhurbaşkanı’nın sözlerini yerleştirmiş. Uğraşmışlar yani.
Siz yine tüketicinin, yani bizim gündemimize geçtiniz bile. Market fiyatları gündeminden başlayalım. Nedir bu zincir market konusu?
Zincir marketler meselesi beni iki yönlü ilgilendiriyor. Bir yandan zincir marketleri çok seviyorum. Köylere kadar gitti ve her çeşidi bulabiliyorsun. Toplu alım yaptığı için ucuza satabiliyor. Birçok faydası oldu. Ulaşılabilirlik sağladı. Bu nedenle tüketiciler adına zincir marketlere çok şey borçluyuz. Yani sanılmasın ki tamamen karşıyız.
Bana gelen ihbarlara göre, kağıt havlu, otuzlu yumurta ya da sıvı yağ gibi her türlü tüketicinin talep ettiği, çok satan ürünlerde fiyatları ortak belirliyorlar. Bu konuda çok sayıda ihbar var, konuşmaya saatler yetmez bize.
“Ben 23,75 yapsam o da 23,80 yapacak” diyor. Yapsın arkadaş! Tam rekabet bu!
Anlamak için soruyorum. Ortak belirlemek ne demek? 3’e alıp 9’a mı satıyor? 3’e alıp rayiç fiyata yakın mesela 3,25’e satalım gibi bir yerde mi ortaklaşılıyor?
Niye ortak belirliyorsun kardeşim, belki 2,90’a satacaksın bayatlamasın diye. Gıda ürünü bu. Niye ortak hareket ediyorsun, yasak bu, Rekabet Kanunu’nun 4. Maddesi, yasak! Tedarikçiyi de kıstırıyor, diyelim her biri 50 ton alacak, “200 ton için konuşuyoruz kardeş” diyor. Yani ortak satın alma yapıyor. Örneğin sıvı yağ geldi bana ihbar olarak. O fabrikadaki malı kapatıyorlar ve bunu, münavebeli olarak indirime sokuyorlar, dönüşümlü demek eski dilde. Yani A market bu hafta indirim yapacak o malda. Bizler 8 lirada kalacağız, o 7 lira diyecek mesela. Sonra o bölgedeki B market indirime geçecek, A marketi indirimi kaldıracak. Bu yasak! Tekel nasıl yasaksa bu da yasak. Gelen ihbarlar bu yönde. Cumhurbaşkanı’nın söylediği beş marketle sınırlı değil, tüm marketlerle ilgili iddia var. BİM, A101, Şok, CarrefourSa, Migros, Çağrı, Onur, HAKMAR,... Devam eder bu liste.
Ateşehir’de oturuyordum ben daha önce. Bana yakın bir Migros vardı, bir de CarrefourSA vardı. Gidiyorum bakıyorum bunda Starkling Elma, ben her akşam bir tane yerim, fiyatı 7,99 TL. Öbürüne giriyorum. O da 7,99 TL. Niye 7,98 değil? Ben kağıt havlu alırım evime, on ikili kağıt havlu 29,90 TL. Öbürüne gidiyorum onda da 29,90 TL. Peçete 100’lük, 200’lük onlar da birebir aynı fiyatlar. Muz, ithal muz, aynı. Ben bunları fotoğraflıyorum, var bende, belgeli. Yani bütün ürünler için söylemeyeceğim ama halkın çok tükettiği ürünlerde bu kadar eş fiyat dikkat çekiyor.
Bir tane yeni örnek söyleyeyim. Otuzlu yumurta ailenin en temel hayvansal protein kaynağı. 16-18 TL bantlarında idi fiyatı. Derken bir anda tık, tık, tık yükseldi 29,90’a gitti oturdu. Tabi Aydın Ağaoğlu kıyameti kopardı. Çünkü vatandaştan geliyor bana. Ben de gidip bakıyorum, doğru. Medyada bu yer aldı, gene sesimiz çıktı Allah’a şükür, dört marketin dördünde de 23,90’a düştü. Fotoğraflandı bu, belgelendi. Kuruşu kuruşuna aynı. Şu savunmayı yapıyorlar, “bizim zaten orada karımız 50 kuruş, 23,90 demeyip de ne diyecektik.” 23,85 deseydin? “Ben 23,75 yapsam o da 23,80 yapacak” diyor. Yapsın arkadaş! Tam rekabet bu! Sen müdahale edilmesin diye onun fiyatını aynen kopyalıyorsun, o seninkini kopyalıyor. Ama birbirinizden haberiniz yok, anlaşma yok.
Ben amatörüm, benim istatistik tutacak imkanım yok.
Bu kadar gündem olan marketler gıda perakendesi piyasasının ne kadarını kapsıyor? %25-30 gibi bir rakam var paylaşılan. Bu durumda zincir marketlerin dışında kalan %65-70’lik kesimde fiyatlar nasıl, daha mı pahalı, daha mı ucuz?
Ben amatörüm, benim istatistik tutacak imkanım yok. Zincir marketler %30’un üstüne çıktı galiba okuduğuma göre. Zincir marketlerin dışındaki bakkallarda fiyatlar daha pahalı. Çünkü zincirlerin pazarlama gücü çok fazla. Köylere kadar girdiler, çeşit sayıları çok. Bakkal bunlar gibi toplu almıyor. Manav zincirler gibi gidip tarladan kasalarla alamıyor. Manav domatesi salatalığı almak için hale gidiyor. Halci marketlerin fiyatına bakıyor, diyor ki domates orada 9-10 TL’ye satılıyorsa, ben üreticiden gelen ürünü 5 TL’ye satabilirim. Ne kadar fazlaya satarsam %8’i benim, kalanı üreticinin. Hal komisyoncusu böyle davranıyor. Diyor ki pazarcı ya da manav 3 TL vereyim domatese. Halci diyor ki, daha fazla veren çıkabilir. Çünkü bir mezat oluyor orada. Böylelikle etki yapıyor marketler, Cumhurbaşkanı da bunu söyledi.
Bu senaryoda üreticinin satış fiyatı yükseliyor olmalı, ama üretici de mutsuz.
Öyle olmuyor, bak şimdi dinle. Ben kötü niyetli hal komisyoncusuyum. Sen üreticisin. Pazarcı geldi, dedi ki kaça verirsin abi? Valla dedim 5 TL’den aşağı teklif bile etmeyin. Biri geldi tamam 5 TL veriyorum dedi. Olur dedim, çıkardım müstahsil makbuzunu, senin malını satıyorum bak, 3 TL yazdım. Aslında 5 TL’ye sattım. 3 TL bu cebe koydum, 2 TL cukka. 3 TL’nin %92’si sende, %8’i bende. 3 TL’nin %8’i 24 kuruş mu ediyor. Onu da aldım 2 TL’nin yanına. Zavallı üretici 3 TL’ye sattığı üründen 2,76 TL aldı, ben oturduğum yerde 2,24 TL kazandım. 24 kuruş gerçek komisyonum, 2 TL de açıktan aldım. Devlete o açıktan aldığım 2 TL’nin vergisini de vermedim. Ayrıca sebze meyve halinde hamal parası, yükler, kasa parasına kadar alıcıya ait. Yani orada dükkanı olan adamın hiçbir gideri yok kiradan başka.
Peki ben halde tüccar olabilir miyim? Hava parası vermem lazım o dükkanı alabilmem için. 2 milyon – 3 milyon TL artık haline, metrekaresine göre.
Bak şimdi dinle, ben kötü niyetli hal komisyoncusuyum. Zavallı üretici 3 TL’ye sattığı üründen 2,76 TL aldı, ben oturduğum yerde 2,24 TL kazandım. Hiçbir giderim de yok kiradan başka.
Ben Hamidiye su diye aslında akü suyu gibi arıtılmış saf su içmişim. Tamamen akü suyu denmez tabi abartıyorum ama, teşbihte hata olmaz.
Size gelen ihbarların, iddiaların kötü niyetli olduğunu ve sizi yönlendirmeye çalışma ihtimalini hiç düşündünüz mü?
Sıfır. Neden? Bana Nestle su fabrikasından bir mühendis yazdı. “Maalesef” dedi “dünya çapında bir marka olmasına rağmen, kuyu suyu dolduruluyor” dedi. “Ne oluyor yani?” dedim. “Terz osmoz yapıyorlar” dedi, yani arıtıyorlar. Araştırdım konuyu, arıtılmış su daha önce Coca Cola tarafından satılıyor ama, erkekçe yazılıyormuş “işlenmiş su” diye. Yeraltı sularını çekiyorlar, arıtıyorlar, içinde mikrop kalmıyor ama mineral, vitamin de kalmıyor, bize bunu içiriyorlar. Oysa kaynak suyu diye ruhsat alıyormuş bunlar. Mühendis diyor ki, “bizim 1.000 damacana kapasitemiz var günlük. Kimse gelip demiyor ki ya sen 5.000 damacana sattın, nerden geliyor bu su! Yeraltı sularını çekiyoruz” diyor.
Siyasete girme diyeceksiniz ama, o mühendisin bunu size yazmak yerine ilgili mercie şikâyet etmesi gerekmez mi?
Oraya da geleceğim. Diyor ki mühendis, “Bizi, yani su üretimini Sağlık Bakanlığı denetler.” Evet doğru, Tarım Bakanlığı ambalajına bakar, diğer tarafı yani su üretimi Sağlık Bakanlığı’ndadır. “Sağlık Bakanlığı’ndan belirli periyotlarda bize gelirler, Sağlık Bakanlığı’nın mevzuatı gereği suyu belirli periyotlarda akredite laboratuvarlarda analiz ettiririz, raporu dosyamıza koyarız. Sağlık Bakanlığı’ndan bizi denetlemeye gelecek kişi kim zaten biliniyor. Ona hazırlık yapılıyor, kaynağa götürülüyor arabaya bindirilip. İkramlarda bulunuluyor, dönüyor, raporunu imzalıyor gidiyor.”
Benim evimde kullandığım İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin suyu Hamidiye Su, talep arttı, suyu nasıl yetiştiriyor diye düşünüyordum. Meğer o da fason bir yere ürettiriyormuş karşıda. Kendi kaynak suyu var Kemerburgaz’da, işlenmiş su yaptırıyor bir yerlerde, ama denetlemiyor. Ben Hamidiye su diye aslında akü suyu gibi arıtılmış saf su içmişim. Tamamen akü suyu denmez tabi abartıyorum ama, teşbihte hata olmaz. Ben mineral almamışım, benim çocuklarım mineral almamış, niye? Hamidiye, devlet kurumu diye o kadar çok güven ve yönelim oldu ki, kapasite olmadığını söyleyip talebi geri çevirmesi lazımdı. Para hırsı ile fason yaptırdılar, komisyonculuk yaptılar. Yani markalarını pazarlamış oldular, bir nevi franchise gibi.
180 milyon civarında aktif taahhütlü abonelik var. Vazgeçene hemen cayma bedeli çıkarıyorlar. 1.300 TL’ye varan bedeller ödeniyor. Ama avukata giden kazanır! Benden söylemesi. Adliyeye gitmeden de başvurabilirsiniz, e-devlet üzerinden UYAP’tan itiraz edebiliyorsunuz.
Tüketicinin anlık gündeminde başka ne gibi konular var?
Ana konulardan biri taahhütlü hizmetler. 180 milyon civarında aktif taahhütlü abonelik var. Vazgeçene hemen cayma bedeli çıkarıyorlar. 1.300 TL’ye varan bedeller ödeniyor. 180 milyonun %10’u caymak istiyor olsa bir sene içerisinde, rakamı siz düşünün. Ki çok daha fazlası vardır. Mesela internet aboneliği var, ama hizmet alamıyor, alamadığını ispat edemiyor, vazgeçmek istiyor. Hemen cayma bedeli çıkarıyorlar. Avukata gidiyor, avukat diyor ki 2 sene davası sürecek, tüketici bununla uğraşacağıma ben ödeyeyim diyor 1.300 TL’yi. Ama avukata giden kazanır! Benden söylemesi. Adliyeye gitmeden de başvurabilirsiniz, e-devlet üzerinden UYAP’tan itiraz edebiliyorsunuz.
Benim komik bir anım var. Ben 25 TL’lik bir pakete girdim Türk Telekom’dan. Çocuk saatine taktım hiç kullanmıyorum. Otomatik ödemeden 75 TL para kesmişler 4 ay boyunca benden. Ne oluyor diye aradım, dediler ki “Aydın Bey aktivasyon yapacaksınız.” “Aktivasyon nedir?” dedim, “Ben sizin yetkili bayinize gittim, ne istediğimi söyledim, sözleşme imzaladım. Aktivasyon demedi kimse bana. Siz bana aktivasyon için bildirim yaptınız mı?” Mesaj göndermiş. “Nereye gönderdin?” O hatta. “O hat saatte, çocuk saatinde, hiç açılmıyor ki. Bu numaram iletişim için kayıtlı sözleşmede. Buradan haber vermeniz lazımdı, onun çocuk paketi olduğu besbelli.” “Yok” dediler “biz bu parayı alırız.” “Cayarım” dedim, “o zaman cayma bedeli yansıtırız” dediler. “Biraz zor yansıtırsınız” dedim. (gülüyor)
Türk Telekom’u ben hakem heyetine verdim ama dilekçe evladiyelik. Bütün Elektronik Haberleşme Sektöründe Tüketici Hakları Yönetmeliği, Abonelik Sözleşmeleri Yönetmeliği’nden maddeleri tek tek saydım. Hakem heyeti benim yazdığım maddeleri aynen kopyalamış, yapıştırmış alta, karar verilmiştir diye benim maddeleri koymuş.
Şimdi esas komik yere geliyoruz. Beni aradılar Telekom’dan. “Size müjdeli bir haberim var. O dört faturayı hakem heyeti sildi” dedi. “İyi, o paraları bana iade edeceksiniz” dedim. Dedi ki “yalnız bir de kötü haberim var. Hakem heyetinden karar gelene kadar size iki fatura daha çıktı, biri 55 TL, bir, de 1,5 TL. Toplam 56,5 TL için icralık olmak istemiyorsanız şimdi bu tutarı ödeyin, ya da tekrar hakem heyetine gidin.” “Gidersem namerdim” dedim, “icralık olacağım sizinle.” Sonra aradan aylar geçti, Telekom’un anlaşmalı hukuk bürosu beni aradı. Kızım dedim ne anlatacağını biliyorum. Şenol Hukuk dedin mi ben biliyorum çünkü. İzmir’de maruf bir hukuk bürosu, 200 kişi çalışıyor çağrı merkezinde. Berbat bir şey. Telekom’dan hiç para almıyor. İcraya verince tüketiciden icra avukatlık ücreti alıyorlar. “İcraya versenize” dedim. Neden bunu söyledim biliyor musunuz? İlamsız icra takibi yapıldığında o 56,5 lira için, ben 7 gün zarfında itiraz edersem o dosya derhal donar, durur. Kelepçelemiş olurum onu. Kımıldayamaz. Mahkemeye gittiği anda da benim elimde hakem heyeti kararı var. “Sayın hakim, burada kötü niyetli davranış var, hat kullanılmamış, açılmamış bile kontrol edin BTK’dan. Ayrıca hakem heyeti sözleşmeyi de iptal etmiş.”
“Size müjdeli bir haberim var. O dört faturayı hakem heyeti sildi. Yalnız bir de kötü haberim var. Hakem heyetinden karar gelene kadar size iki fatura daha çıktı, biri 55 TL, biri de 1,5 TL. Toplam 56,5 TL için icralık olmak istemiyorsanız şimdi bu tutarı ödeyin, ya da tekrar hakem heyetine gidin.” “Gidersem namerdim” dedim.
Gıda fiyatlarını, taahhütlü abonelikleri konuştuk, şu sıralarda tüketicinin anlık gündeminde başka ne var?
İnternet alışverişleri. Orada dolandırıcılar cirit atıyor. Dolandırıcılar daha çok sosyal mecra dediğimiz Instagram’ı kullanıyor. Orada teşhir ettikleri fotoğraflar ve fiyatlar cazip geliyor, tüketici alışveriş yapıyor, umduğunu bulamayınca, firmaya ulaşmaya çalışıyor. Elinde sadece ön ödemeli bir telefon numarası var, onu da engelliyorlar. 100-150 TL için uğraşmıyor tüketici ve konu kapanıyor.
Evet bu çok yaygın bir hikaye anlattığınız, bu durumda ne yapmamız lazım tüketici olarak.
Hiçbir şey yapamazsınız. Instagram’dan alıveriş yaptığınız sitenin ünvanını bilmiyorsunuz, ünvanı yok.
Ürünle gelen faturada görmüyor muyuz ünvanı?
Fatura göndermiyor, dolandırıcı adam. Faturalıyı ayrı konuşuruz. Bu dolandırıcı. Adam internetten satış yapıyor, tüketici kanununun öngördüğü koşulları yerine getirmiyor. Nedir bunlar; açık adresin olacak, MERSIS numaran olacak, tam ünvanın olacak, sabit telefonun olacak, 14 gün içinde cayma hakkı konusunda bilgilendireceksin. Bunların hiçbirini yazmamış, sadece Okazyon Pazarı, böyle ünvan olmaz. Saliha’nın Bahçesinden, böyle bir şirket olmaz, limited mi anonim şirket mi? Şahıs şirketi mi? Şahıssa, nerde, kim?
Eğer tüketici olarak koşulları yerine getirmeyen bir yerden alışveriş yaptıysak kurtuluş yok değil mi, dolandırıldık, giden de gitti?
Savcılığa gideceksiniz, hamarat bir savcıya denk geleceksiniz, böyle gayretli, titiz. Kargo firmasından gönderinin nereden gönderildiğini takip edecek de faili bulacak. Failin ise ceza alma ihtimali sıfıra yakın. Neden? Failler genellikle cep telefonu yerine, salatalık da olsa bir şey gönderiyor. Oyuncak gönderiyor. Diyor ki, “depocum karıştırmış efendim. Ben tacirim, televizyon da satıyorum, salatalık da satıyorum, telefon da. Depocum karıştırmış efendim. Bunda bir suç yok, hemen telafi ediyoruz.” Beraat.
Kargocuya paketi aç diyorsun, “parayı ver öyle açayım” diyor, “parayı vermeden açtırmam” diyor. Bu dolandırıcılığa ortaklıktır.
Instagram dolandırıcılıklarında kargocuların günahı var mı?
Elbette var. Kargoculuk, Taşımacılık Kanunu içinde ve o kanuna göre çıkartılmış olan Taşımacılık Yönetmeliği’ne göre düzenlenmiş olup, orada der ki; “Gönderici veya alıcı talep ettiği takdirde, paket açılır.” Aç diyorsun, “parayı ver öyle açayım” diyor, “parayı vermeden açtırmam” diyor. Bu dolandırıcılığa ortaklıktır. Bunu gözümle gördüm. PTT’ye tüketici ile beraber gittim. “Burada açmak istiyorum dedim, dün açtırmadın” dedi görevliye. Görevli de onayladı. “Kutunun içinden oyuncak kalitesinde bir kulaklık çıktı ben cep telefonu sipariş etmiştim. Size dedim ki, parayı vermeden kutuyu açın kontrol edeyim, çünkü iade hakkım var benim, kabul etmediniz.” Profesyonel bir kurumsun, bunu bilmemen mümkün değil, bilmek zorundasın.
Hakem heyetine kargo şirketi şikâyet edilerek, paranızı kargo şirketinden alabilir miyiz yani?
Evet. Çünkü kargo şirketi tacirdir. Basiretli bir tacir olarak tüketicinin mesafeli satışta 14 gün şartsız iade hakkı olduğunu bilmesi gerekir. Bu nedenle aldığı parayı derhal öbür tarafa aktarmamalı, basiretli davranmalı, ya da teminat almalı. Sen bana mal taşıttırıyorsun, ben kargocuyum, diyorsun ki paralar gelince direkt bana aktar. Aktarırım ama senin aylık ciron 300 bin TL ise, en azından 150 bin TL’lik bir banka teminat mektubu ver. Neden? İade hakkı var tüketicinin. Bankalardan pos cihazı alırken bankalar istiyor bunu.
E-ticarette cayma hakkının kötüye kullanımı da var. Cayma hakkı ile ilgili bölümde diyor ki, tüketici hiçbir gerekçe göstermeksizin 14 gün içinde cayma hakkına sahiptir. Burada istisnalar var. Çabuk bozulan ürünler mesela, kebap söyleyip 14 gün sonra iade edemezsin. Hijyen konusu, kulaklık mesela, kulağına taktığın anda iade edilemez, iç çamaşırları da öyle. Garanti kapsamındaki ürünler de istisna. Bu istisnalar sonradan eklendi, bunlar yokken çok daha zordu her şey, suiistimal fazlaydı.
Sözleşmedeki şu madde büyük bir sorun olarak hala duruyor; “Tüketici cayma süresi içinde (yani 14 gün) malı, işleyişine, teknik özelliklere ve kullanım talimatlarına uygun bir şekilde kullandığı takdirde, meydana gelen değişiklik ve bozulmalardan sorumlu değildir.”
Yani tak lastiği usulüne uygun, kış lastiğini mesela, kullan 10 gün, sonra iade et. Ya da cep telefonunu. Hakem heyetinde böyle bir müracaat bana gelse, ben bunu uygulamam. Maalesef böyle yürümüyor işler.