16. Sayı / 2. Kısım
“Gezmeye olan düşkünlüğüm, babamın genlerinden bana yadigar”
SAFFET EMRE TONGUÇ
İstanbul Aşığı Bir Dünya Vatandaşı
Röportaj: Atıl Ünal
Çok ünlü bir modacıyı gezdiriyorum, Sarayburnu'ndayız.
"Karşısı Çin mi?" demez mi?
Saffet Emre Tonguç
Tarihçi – Seyahat Yazarı – Profesyonel Rehber - Konuşmacı
Hemen hepimizin sevdiği ya da arzuladığı bir şeydir seyahat etmek. Geçtiğimiz iki yıl içinde ise hepimiz için bir nebze daha önemli hale geldi. Pandemi nedeni ile ziyaret zamanlarının kısalması seyahatte yaşanan deneyimin kalitesini konuşulur hale getirdi. Bildiğimiz ya da bilmediğimiz bir atmosfere ulaşıp orayı yerinde deneyimlemek, bir tarihe, bir hikayeye ve bir yaşanmışlığa tanıklık etmek çok önemli hale geldi…
Yaşadığınız deneyimi programlarıyla, kitaplarıyla ve en başta kendisiyle farklı kılan, hatta yaşamaktan mütevellit vakit ayır(a)madığım İstanbul hasretimi de bu süreçte dindirme imkanına eşlik eden biriyle çok özel bir röportaj imkanı buldum.
Detaylı ve samimi cevapları için sevgili Saffet Emre Tonguç’a çok teşekkür ederim.
1987 yılında hayatımın en doğru kararını verip profesyonel rehberliğe adım attım.
Oldukça fazla sorulduğunu düşündüğüm en klasik soruyla başlamak istiyorum. Saffet Emre Tonguç kimdir?
Klasik bir giriş yapayım. 1966 yılında Çorlu’da doğdum. 1974’te Kandilli’de şimdi annemin oturduğu eve taşınmamızla İstanbul macerasına adım attım. Maceradan öte bu şehirle kader birliğimiz başladı da diyebilirim. Şişli Terakki Lisesi’nin ardından Boğaziçi Üniversitesi’nde Turizm ve Otel Yöneticiliği bölümüne girdim. Sonra aynı üniversitede Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde okudum, ardından Osmanlı Sosyal Tarihi programında yüksek lisans yaptım. Viyana’da İşletme üzerine doktoramı tamamladım.
1987 yılında Turizm bölümü öğrencisiyken hayatımın en doğru kararını verip profesyonel rehberliğe adım attım. İngilizcem iyiydi ve o yıllarda yabancı turistlere rehberlik ederek başladım her şeye. Gerek mesleki çalışmaları gerek şahsi ilgimden dolayı 134 ülkeye seyahat ettim. 2004 yılından bu yana Hürriyet Gazetesi’nin Seyahat ekinde yazıyorum. Benim için çok özel bir yere sahip bir proje olan, Türkiye’nin ilk sesli online tur uygulaması Piri’nin ilk rehberi oldum. 2007 yılında yazdığım ilk kitabımdan bugüne İstanbul’u, Türkiye’yi ve dünyayı 3 farklı dilde anlattığım 25 kitap hazırladım. NTV için hazırlayıp iki sezon sunduğum “Paha Biçilemez İstanbul” programı kanalın en yüksek izlenme oranlarına ulaşan yayınlarından biri oldu. 2017 yılında başladığım “Ayrıcalıklı Rotalar” programıyla Türkiye’den ve dünyadan birçok rotada keşifler yaparak seyirci ile 5 sezondur buluşuyoruz.
Instagram’da @saffetemretonguc hesabımın takipçisi kitlesi 750.000’i aştı. Çok kısa bir sürede 170.000’den fazla takipçiye ulaşan @butikotellerturkiye instagram sayfasında Butik Oteller kitabına ulaşamayan takipçiler için otellerin güncel bilgilerini paylaşmaya devam ediyorum. 2019 yılında açtığım YouTube kanalım ile video içerikler de üretmeye devam ediyorum. Birçok gazetede, dergide, web sitesinde ve kişisel sitemde, www.saffetemretonguc.com, düzenli olarak yazılarım yayınlanıyor. Çalışmalarım ile aralarında “En İyi Kitap, En İyi TV Programı, En İyi Gezi Yazarı, En İyi Profesyonel Rehber, Meslek Üstün Hizmet Ödülü”nün de olduğu 33 ödüle layık görüldüm. Ve en son olarak da 35 yıllık tüm birikimimi aktardığım Saffet Emre Tonguç (SET) uygulamasını hazırladık. Artık elinizdeki telefondan gittiğiniz yerlerdeki her türlü önerilerime, 2004 yılından beri yazdığım yazılarıma, Youtube kanalıma ve SET TV üzerinden hem Paha Biçilemez İstanbul hem de Ayrıcalıklı Rotalar programlarıma tek tuşla ulaşılabiliyor. Hayatım boyunca üretmek ve bilgiyi paylaşmak en büyük hedefim oldu. Hala yapacağım da çok projem var.
Dört duvar arasında klasik anlamda kariyer yapmak yerine hayatın tam içinde olmayı, yeni insanlar ve kültürler tanımayı tercih ettim.
Saffet Emre Tonguç yaptığı işi seviyor, bu çok net hissediliyor. Hayat felsefeniz ile mesleğiniz birbiriyle uyumlu mu?
Hayatta farklı konulara karşı farklı bakış açılarım var ama kariyer için felsefemi çok basitçe özetleyebilirim: İnsanlar sevdikleri işi yapmalı! Mutlu olmak için bu şart. Kendinizi en iyi ifade ettiğiniz, üretebildiğiniz, ürettiklerinizin sonuçlarını görmekten keyif aldığınız bir işi yaparsanız zaten iş değil bir yaşam biçimi belirlemiş olursunuz kendinize… Gezmek de benim yaşam biçimim. Rehberlik bana bambaşka bir yaşam olduğunu gösterdi. Dört duvar arasında klasik anlamda kariyer yapmak yerine hayatın tam içinde olmayı, yeni insanlar ve kültürler tanımayı tercih ettim. Öyle çok şey biriktiyorum ki; sürekli öğrendiğim, keşfettiğim bir hayat yaşıyorum ve bunu seviyorum.
Gezmeye olan düşkünlüğüm babamın genlerinden bana yadigar.
Saffet Bey biraz size ve ailenize dönmek istiyoruz. Bize ailenizden bahseder misiniz?
Ben 4 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğum. Bir ablam, iki abim var. Babam İsmail Tonguç, Çorlu’da ticaretle uğraşıyordu. Annem Leman ise ev hanımıydı. Zaten 4 çocukla başka bir şeye çok da bir vakti kalmıyordu. Yıllar geçti, bu yaşa geldik hala da aklı fikri bizde. Şimdi ne olduysam onun desteğinin, sevgisinin ve emeğinin payı çok büyük. Hala Kandilli’de ilk taşındığımız evde oturuyor. İstanbul aşkımın başladığı o eve her gidişim benim için çocukluğuma, yuvaya dönüş gibi. Babamı 2014 senesinde kaybettik. Babamın Çorlu’nun sosyal ve ticari hayatına katkılarının yanı sıra eğitim konusunda da hassasiyeti vardı. Dedemin uzaktan akrabası olan, Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç gibi eğitime destek olmak için bir vakfın temellerini attı. Babamın bir klasik araba koleksiyonu vardı. Hatta 59 ATA 59 plakalı 1948 model aracı Çorlu Atatürk Evi’nin önünde duruyor. Bir de gezmeyi çok severdi babam. Hatta o zamanın şartlarıyla bir otobüsü karavana çevirtip bir geziye çıkartmıştı bizi. Sonraki yıllarda annemin vetosuyla o tutku biraz geride kaldı ama gezmeye olan düşkünlüğüm kesin babamın genlerinden bana yadigar.
Hayatınızın büyük bölümünü kapsayan seyahat tutkunuzu profesyonel bir işe dönüştürme yolculuğu aile ilişkilerinizi nasıl etkiledi.
Babam benim de aile işinin parçası olmamı istiyordu. Ama ben ne ticaretle uğraşacak ne de takım elbisesini giyip sabah - akşam plazaya kapanacak bir tipim. O yüzden istediğim şeyin hem gezmek hem de kendi paramı kazanmak olduğunu biliyordum. Bunun yolunun geçtiği ideal mesleğin de rehberlik olduğuna karar verdim. Beni şöyle cezbetmişti hem sürekli gezmek hem de üzerine bir de para kazanmak. Özgür ruhlu ve hayatı farklılıklara şahit olarak yaşamayı seven bir adamım. İşimi de buna göre seçmem gerektiğini ilk gençlik yıllarımda fark etmiştim ve işte o modern zaman çelebiliği yolculuğu böyle başladı. Babam ilk başlarda bu fikri kabullenmekte zorlansa da benim kararlılığımla o da zamanla ikna oldu. Sonuçta ben kararımı verir vermez harekete geçtim. Üniversiteden itibaren rehberlik yapmamın işin uygulama yönünü görmem de büyük payı oldu. İşin içine girdikçe daha çok sevdim, sevdikçe de bütün zorluklarına rağmen yolumdan vazgeçmedim.
Hayatta ‘keşke’leri hiç sevmem ama mesleğim benim hayatımdaki en büyük ‘iyi ki’lerin başında.
Şu anki işinizi yapmıyor olsaydınız muhtemelen ne yapıyor olurdunuz?
Herhalde aile mesleğini denerdim bir süre. Ama dediğim gibi bizde gezme tutkusu genetik. O işi de mutlaka gezmenin ön planda olduğu bir şekle dönüştürürdüm. Belki yeni şeyler öğrenme isteğimi, yüksek lisans yaptığım tarih konusunda devam ederek besleyebilirdim. Belki böylece turlarımda hikayeleştirdiğim konuları başka başlıklarla çıkan kitaplarımdan okurdunuz. Şu anda olduğum yer o kadar uyuyor ki bana, eminim ki her yol sonunda şimdi olduğum halime getirecekti beni.
Gittiğim her yerden hep başka bir Saffet olarak döndüm.
Seyahat iş harici yapıldığında muhtemelen daha keyifli bir eylem. Peki zamanda geriye gitme şansınız olsa başka bir iş yapar ve tamamen keyif amaçlı seyahat ederdim der misiniz?
Ben seyahat etmeyi fiziksel bir yolculuk olarak yer değiştirmekten öte bizi kendimize getiren yeni bir yol olarak görüyorum. Hayat bitmeyecek bir keşif yolculuğu. “Ben oldum, tamamdır” diyebilecek insan var mıdır bilmiyorum. Varsa çok iddialı. Ben o “olabilmeye doğru yol alma hali” için seviyorum gezmeyi. Göbeklitepe’deki mistik ve masalsı atmosferi hissettiğimde, Dubai’de her şeyin nasıl “en fazla” olabileceğine şahit olduğumda, Alaçatı’daki eski Rum evlerinin arasında gezinirken, Safranbolu’daki Osmanlı konaklarının duvarlarına dokunurken, dünyanın çatısı Machu Picchu’ya gittiğimde veya dünyanın bir ucunda Patagonya’yı keşfetmek için yola koyulduğumda, hep başka bir Saffet olarak döndüm. Öğrendiğim, fark ettiğim, hayat heybeme kattığım yeni yeni duygular, insanlar, fikirler ve kararlar ruhumun bir parçası oldu bu yolların sonunda… O sebeple mesleğim açısından değiştirmek istediğim hiçbir şey yok. Hayatta ‘keşke’leri hiç sevmem ama mesleğim benim hayatımdaki en büyük ‘iyi ki’lerin başında.
Artık en büyük hayalim kendime daha fazla zaman ayırmak
En büyük hayalinizi sorsam ne dersiniz?
Hayal ettiğim şeyleri başarma şansına eriştiğim bir hayatım oldu. Artık en büyük hayalim kendime daha fazla zaman ayırmak. Hayattaki hedefim bütün bir insan olmak. Sevdiğim ve gölgede bıraktığım yanlarımla kendimi kucaklamak. Kendini tanıdıkça aslında fazlalıklarından da kurtuluyor insan. Rehberlik hayatın içinden bir meslek. Bu sebeple hem özel hayatımda hem de mesleki hayatımda her zaman dürüst ve etik olmak benim için çok önemli. Mesleğim gereği bazen günde binlerce insanla bir araya geliyorum. Sosyal ilişkilerimde kimseyi kırmadan ve kırılmadan ölçülü bir empatiyle insanlara yaklaşmak en dikkat ettiğim nokta. Bu noktada seyahatlerim bana ışık tutuyor, çünkü sadece yola çıkmıyorum aynı zamanda içsel yolculuklara da çıkıyorum. Bu da bana kendi içimde aydınlanma çağı yaşatıyor.
Oprah Winfrey, Calvin Klein, Martha Stewart, Colin Powvell gibi dünyaca ünlü isimlere rehberlik ettiniz. Bu gezilerde aklınızda yer eden ilginç detaylar nelerdi? Hangi restoranları tercih ediyorlar, İstanbul’u ve Türkiye’yi bilerek mi geliyorlar?
Aralarında; ABD’li talk show sunucusu ve yüzyılın en etkili kadınlarından sayılan Oprah Winfrey, TV programcısı-yazar Martha Stewart, ünlü oyuncular Robert Redford, Matthew McConaughey, Billy Crystal, Kevin Spacey, Candice Bergen, Christopher Walken, Penn Badgley, müzik dünyasından Bob Geldof, Steven Tyler, ABD’nin ilk kadın Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, ABD’nin Eski Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı Colin Powell, Google CEO’su Eric Schmidt, Ford CEO’su Alan Mulally, General Electric CEO’su John Flannery, Nike CEO’su Mark Parker, ünlü mankenler Gigi ve Bella Hadid’in babaları Muhammed Hadid, Boeing International Başkanı Michael Arthur, İtalya Cumhurbaşkanı Carlo Azeglio Ciampi, Guess’in sahibi Paul Marciano, modacılar Calvin Klein, Diana Von Fürstenberg, Michael Kors, Eli Tahari ve Alberta Ferretti gibi kişilerin yer aldığı 100’e yakın dünyaca ünlü ve etkili isme İstanbul’u ve Türkiye’yi tanıtma şansım oldu.
Ortak özellikleri inanılmaz mütevazı olmaları. Robert Redford'la Kapalıçarşı'ya gittik, adamın koluna yapıştılar, fotoğraf çektirmeye çalışan, yanağını yanağına dayayan, dükkanına çekmek isteyen. Karısı bana, "Kocam işte bu yüzden klostrofobik" dedi. Buna rağmen hiç sesini çıkarmadan herkesle fotoğraf çektirdi, ukalalık yapmadı. Biri geldi; "Are you Robert Redford?" (Robert Redford musun?) diye sordu, adam, "Yes, I was." (Evet, bir zamanlar oydum) dedi. Beynime kurşun gibi saplandı bu sözü.
Çok ünlü bir modacıyı gezdiriyorum, Sarayburnu'ndayız. "Karşısı Çin mi?" demez mi?
Film yıldızı Candice Bergen'ı gezdiriyordum, büyük ilgi vardı; "New York'ta nasıl dolaşıyorsun?" diye sordum, "Ben öyle meşhur biri değilim ki problem olmuyor." dedi. Ünlü modacı Eli Tahari o kadar mütevazı, halkla ilişkiler müdürü o kadar havalıydı ki ben saatlerce havalı olana anlattım durdum sonra tesadüfen gerçeği öğrenince ağzım açık kaldı. Madeleine Albright'a halka kapalı olduğu bir salı günü Topkapı Sarayı'nı gezdiriyordum. Birden karşımızda Kanuni kılığında, tahtın üstünde ama elinde Blackberry'siyle Halit Ergenç belirdi. Muhteşem Yüzyıl çekiliyormuş. Kadın dondu kaldı, çok komik bir kareydi. Türkiye’yi de İstanbul’u da çok tanımıyorlar. Bu konuda en çarpıcı örneği şöyle anlatabilirim; çok ünlü bir modacıyı gezdiriyorum, Sarayburnu'ndayız. "Karşısı Çin mi?" demez mi! "Değil, Türkiye'nin büyük bölümü Asya'da bulunuyor" dedim. "İstanbul'dan sonra mı Çin geliyor?" dedi bu kez. "Yok arada başka ülkeler var" diye cevap verdim. Programa Arkeoloji Müzesi koymuşlar. "Ne göreceğiz?” dedi. "Muhteşem Yunan ve Roma eserleri var" dedim. "Onları çaldınız mı?" diye sordu. "Niye çalalım?" dedim." "Yunan ve Roma demiyor musun, burası Türkiye değil mi?" diye ekledi.
Çok zengin insanlara gezdiriyorum şehri ama onlar bile İstanbul'u pahalı buluyorlar. Ulus 29, Sunset, Bebek Balıkçısı, Mikla, Karaköy Lokantası, Maya gibi yerlere gidiyoruz. Otantik yerler isterlerse Develi Samatya, Balıkçı Sabahattin tercih ettiğimiz mekânlar oluyor. Bir de Beşiktaş'taki Sıdıka ile Meşrutiyet Caddesi’ndeki Meze son dönemdeki gözdelerimiz arasında.
Saffet Emre Tonguç için Türkiye desek bir de üstüne İstanbul desek neler söylersiniz?
Türkiye gerçekten adım adım keşfedilmesi gereken bir coğrafya. Bilinenin çok daha ötesi var bu topraklarda. Ben her zaman şunu derim: “Önce 81 ili gezin ondan sonra yurtdışını görün”. Dünyayı gezmek, farklı coğrafyaları ve kültürleri tanımak çok önemli. Sağladığı vizyon ve kültür tartışılmaz. Ama bunu bir yapboz kabul edersek, o yapbozun kalbine kendi ülkemizi koymak gerek çünkü kendi topraklarımızı, kültürümüzü, bizi besleyen kökleri ve kültür harmanını keşfetmeden dünyayı keşfetmeye çalışmak bana biraz anlamsız geliyor. Çünkü aslında dünya tarihini anlamak için de Türkiye’yi keşfetmek zorundasınız. Sadece tarih değil coğrafya açısından öyle özel bir ülkede yaşıyoruz ki… Oysa tarih ve coğrafya eğitimi ne yazık ki çok kitabî ve yine ne yazık ki çok yetersiz kalıyor bizim ülkemizde. Bireysel ilginiz yoksa bu ülkedeki muhteşem tarihi ve coğrafyayı keşfetmenin peşine düşmüyorsunuz. Çocukluktan itibaren ülke sevgisi ve onu tanıma isteği mutlaka aşılanmalı.
Ben daha önce Ayrıcalıklı Rotalar TV programımda ve YouTube kanalım için çektiğimiz Antalya bölümünde yaptığım bir kıyaslama çok şaşırtıcı gelmişti insanlara. Peru’daki Machu Picchu’yu görmeye akın akın insan gider. Oysa Antalya’daki Termessos antik kentini 5 bin yıl önce kurmuşlar ve tarihe Büyük İskender’in fethedemediği kent olarak geçmiş. Ben her ikisini gördüm ve içtenlikle söyleyebilirim ki Termessos’u çok daha etkileyici buldum. Bunun gibi öyle çok örnek sıralayabilirim ki… Pamukkale’nin, Kapadokya’nın karşısına ne koyabilirsiniz? Bitlis’teki Ahlat Selçuklu Mezarlığı UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde ama acaba buradan bu satırları okuyan kaç kişi haberdar acaba?
İstanbul ise başlı başına bitmez bir keşif yolculuğu. Hem İstanbul’la hem Boğaz’la özel bir bağım olduğunu düşünüyorum. Hatta İstanbul Hakkında Her Şey kitabımın giriş sayfasında şunu yazmıştım: “Her şeye rağmen, dünyanın en güzel şehri olduğuna inandığım İstanbul’a…” Bunu da çok yürekten söylüyorum. Çok büyük zorluklar var bu şehirde, başta trafik olmak üzere; ama bu kadar yer görmüş olmama rağmen yine de dönmekten en mutlu olduğum şehir İstanbul. Bu şehirde yılın her zamanı farklı güzel, her mevsim ayrı keyif. Erguvanların gülümsemeye başladığı, bunu gören lalelerin, leylakların ve mor salkımların onlarla güzellik yarışına girdiği ilkbaharı İstanbul’da geçirmek ömre ömür katıyor.
İstanbul’u nasıl yaşamalı?
İstanbul, siz merak edip gezdikçe yeni yüzler, yeni hikâyeler ve yeni mekânlarla tanıştıran sonsuz bir hazine. Yeter ki ilgilenin ve dinlemesini bilin! Ben yaklaşık 30 yıldır yüzlerce kez Kapalı Çarşı turu yaptım ama çarşı beni hala şaşırtmaya devam ediyor. Benim hep tekrarladığım sloganım; İstanbul’da yaşamayın İstanbul’u yaşayın! Çoğu insan bunun pahalı bir şey olduğunu düşünür ve bunu tembelliğine mazeret olarak kullanır. Oysa dünyanın en muhteşem suyolu olan Boğaz’ı her gün Eminönü’nden kalkan ve eskilerin “dilenci vapuru” dediği vapurla gezebilirsiniz. Elinizde size bu konuda yardımcı olacak iyi bir de rehber kitap varsa değmeyin keyfine. Bu durumda ihtiyacınız olan tek şey görüp yaşadıklarınızı paylaşacağınız kafa dengi bir dostun yanınızda olması. Lütfen bir İstanbul kart ve bir müze kart alın. Bu ikisi cebinizdeyse gidemeyeceğiniz yer, giremeyeceğiniz müze yok demektir. Şehrin sokaklarında kaybolun, kaybolun ki daha yakından tanıyasınız.
İstanbul’da yaşamayın İstanbul’u yaşayın!
İstanbul’a gelenlere 10 nokta tavsiye etmeniz gerekse, özellikle ilkbaharda nereleri tavsiye edersiniz?
10 ile sınırlamadan şu önerilerde bulunabilirim… İstanbul’la ilk kez tanışacaklar için ilk hedef Tarihi Yarımada olmalı. 1500 yaşındaki Ayasofya, 400 yıl Osmanlı sultanlarına ev olmuş Topkapı Sarayı, muhteşem Süleymaniye, dünyanın ilk AVM’lerinden Kapalıçarşı, Dolmabahçe Sarayı tabii ki görülmeli. Ama bunlarla sınırlı kalmak İstanbul’a haksızlık olur. Fener ve Balat eski İstanbul’u yaşatan yerlerden, sokaklarında keşfe çıkılmalı. Galata ve Karaköy ise tarihe dokunurken keyifle farklı lezzetler tatmak isteyenlere göre. Kadıköy ve Üsküdar’da eski ve yeninin uyumunu deneyimlemeden bu şehri deneyimledim diyemezsiniz.
Bahar ise İstanbul için Erguvan mevsimi demek. Boğaz’da erguvan şölenini seyredebileceğiniz çok sayıda yer var. Gülhane Parkı, Yıldız Parkı, Abbasağa Parkı, Kuruçeşme Naciye Sultan ile Şeyhülislam koruları, Aşiyan, Emirgan Parkı, Büyük ve Küçük Çamlıca, Fethi Ahmet Paşa Korusu, Hıdiv Kasrı ve Beykoz Korusu’nun tadını çıkarmak gerek. Bir de mutlaka Adalar’a gidilmeli… İstanbul’da denize karşı çayınızı veya kahvenizi yudumlamak bence en büyük keyif.
Sizi İstanbul kadar etkileyen başka şehirler var mı? Hangileri sizi hangi özellikleriyle cezbediyor?
San Francisco, Sydney, Barselona, Cape Town, Hong Kong, Stockholm, St. Petersburg, Buenos Aires, Şangay ve Rio, İstanbul’dan sonra en sevdiğim şehirler. Aslında bu şehirleri sevme nedenimi düşününce hepsinde İstanbul’dan bir şeyler bulduğumu fark ettim. Ben içinden su geçen şehirleri seviyorum, suyun bir şehre verdiği canlılık bambaşka bir hava veriyor. Yine de itiraf ediyorum, nereye gidersem gideyim en mutlu anım İstanbul’a döndüğüm an. Bunu gizemli muzip sevgiliye geri dönüş gibi de düşünebilirsiniz.
Son olarak seyahat etmekle ilgili küçük ipuçları rica edelim sizden...
İlk kez gittiğim yerlerle ilgili internette detaylı bir araştırmayla başlarım işe ben. Biliyorum internet bilgi kirliliğinin de olduğu bir yer ancak güvendiğiniz yayınlar ve bloggerlar size doğru bilgiyi verecektir. Bunların dışında oraya giden insanların yorumlarının olduğu siteler çok faydalı. Kimi zaman bu sitelerde yer ve mekân sahiplerinin özellikle yazdırdığı olumlu eleştiriler olsa da genele bakıp bunları ayıklamak çok kolay. Yolculuklara mümkün olduğu kadar küçük bavullarla çıkmaktan hoşlanıyorum. Bu konuda her zaman başarılı olduğum söylenemez ama yine de gittiğim yerde “gerçekten” kullanacağım şeyleri koyuyorum valizime. Gideceğiniz tarihlerdeki hava durumunu takip etmek önemli. Benim gibi midesine düşkün biriyseniz ama dönüşünüzün de mümkün olan en az kilo ilavesiyle olmasını istiyorsanız gideceğiniz yerin mutfak özellikleri ile de bilgi almanız tatil sonrası verilecek kiloları azaltması açısından faydalı olabilir. Benim önerim; seyahate çıkacaklar öncelikle kendilerini hangi tatil biçimi mutlu edecek bunu net şekilde belirlesinler. Çünkü kafa karışıklığı beklentilerin de karışmasına ve mutsuzluğa neden oluyor. Doğa mı arıyorlar, konfor mu, gece hayatı mı, tasarım mekanlar mı, yeme-içmede çeşitlilik mi? Bu beklentiye göre otel seçsinler. Mutlaka web sitelerini incelesinler, sosyal medya hesaplarını incelesinler ve internetteki okur yorumlarına baksınlar.