16. Sayı / 3.Kısım
Murat Ülker yazdı
YEMEK Gelenek YEMEK Gelecek YEMEK
Sorular:
Yiyip içtiğimizden memnun muyuz?
Gıdada israf var mı?
Hasat zamanını bilmeyen nesil, neden ve nasıl turfanda meyve/sebze istesin ki?
YEMEK, Gelenek, YEMEK, Gelecek, YEMEK
Yazan: Murat Ülker
“Yiyip içtiğimizden memnun muyuz? Gıdada israf var mı?” gibi birçok sualle karşı karşıyayız. Sorun tedarik zincirinde mi, tarımda mı, yoksa aracı/tüccar veya pazarcı/marketçi mi? Belki de çiftçilikte?!?
Bunları düşünürken birkaç kitap karıştırdım, günlük politika ve trendleri bir kenara bırakarak meseleyi anlamaya çalıştım. Mesela Ali Ekber Yıldırım Bey’in son yazdığı kitap Üretme, Tüket (1) ve Prof.Dr.Niyazi Erdoğan’in Tarım Ekonomisi ve Finansmanı kitabına (2) baktım.
Paco Underhill'in dumanı üstünde Ocak 2022 baskısı Nasıl Yiyoruz: Cesur Yeni Yiyecek ve İçecek Dünyası (How We Eat: The Brave New World of Food and Drink) (3) kitabını okuyunca da interneti, dijital dünyayı, yapay zekayı, blokzinciri daha iyi anladım. Kitap yeme/içmeye dair ama önemli vurgusu modern tarım teknolojileri, dünyayı bekleyen tarımsal ürün krizi ve gençlerin artık tarımsal konulara ilgi duymaması. Oysa tarımın, hayvancılığın bugün her zaman olduğundan daha fazla ilgiye ihtiyacı var.
“Finansman konusunda tarım sektörünü diğer sektörlerden ayıran önemli özellik, üretim süre ve süreçlerinin çok farklı olması ve öngörülemeyen iklim koşullarına maruz kalmasıdır.”
Prof. Dr. Niyazi Erdoğan Bey’in Tarım Ekonomisi ve Finansmanı kitabının girişi böyle. Ne kadar doğru; rahmetli babam ben gençliğimde çiftçiliğe yeltenince, “oğlum çiftçinin karnını yarmışlar, kırk tane ‘gelecek sene’ çıkmış” demişti. Hakikaten bir tohumdan gelişen başak bire yediyüz verirken aynı zamanda birçok bilinmezliği de barındırır.
“Sahip olduğu coğrafi yapısı ve ekolojik koşullar nedeniyle tarımsal üretimde miktar ve ürün çeşitliliği yönünden büyük bir potansiyele sahip ülkemizin kaynaklarının akılcı ve planlı kullanılması ile dinamik ve mevcut şartlara uyum gösterebilen politika seçeneklerinin uygulanmasıyla uluslararası rekabet ortamında varlığını kanıtlaması ve sürdürmesi mümkün olacaktır.”
Prof. Niyazi Erdoğan mevcut küresel finansal sistemde gelişmekte olan ülkelerin büyük kısmında, kırsal alanlarda finansal hizmetlerin gelişmesini engelleyen faktörleri sıralıyor:
1) Zayıf altyapıya sahip dağınık nüfus, işlem maliyetini yükseltir.
2) Tarımın kendine özgü risk faktörleri genellikle kurumların borç vermesini engeller.
3) Finans sektörü yeterince gelişmemiştir. Ödemeler, tutarlar ve risklerin zamanlaması açısından diğer sektörlere göre daha farklı ihtiyaçlara sahip olan tarımsal faaliyetler için uygun finansal hizmetler olmayabilir.
4) Kayıt ve istatistiklerin bulunmaması veya yeterince düzenli olmaması nedeniyle finans kurumları değerleme yapamaz…
Kırsal ekonomiye yönelik finansal hizmetlere erişimi esaslı biçimde artıracak tek bir politika uygulaması ve araç bulunmamaktadır. Büyük aksaklıkların üstesinden gelebilmek için entegre bir yaklaşım ve aksiyon planına ihtiyaç vardır… diyor hoca, katılmamak mümkün mü?
Satış kooperatifleri konusuna da değinen hoca, kooperatifin üyeleri adına bankacılık faaliyetlerini üstlenmemesi gerektiğini vurguluyor. “Kooperatif bankaları da dahil olmak üzere kooperatifler özel girişimlerdir. Bunlar politik veya sosyal organizasyonlar değil, ekonomik organizasyonlardır. Kooperatiflere yönelik destek ve yatırımlar ancak şeffaf kurumsal politikalar ve sağlam bir makro ekonomik çerçevede verimli olmaktadır. Ayrıca kooperatiflerin güçlü birer ekonomik varlık olabilmeleri için belli kitleleri değil geniş bir müşteri grubunu hedeflemeleri gerekir.”
Niyazi Erdoğan’ın tarım sektörüyle ilgili ortaya koyduğu rakamlar ise hiç iç açıcı değil
“…ülke ekonomisi geliştikçe tarım sektörünün GSMH’ya yaptığı katkı diğer sektörlere oranla düşer. Ancak tarımsal üretimin mutlak değerinde değil sadece GSMH içindeki payında bir azalma yaşanmaktadır. Çünkü iktisadi gelişme ile birlikte sanayi ve hizmet sektörleri tarıma göre daha hızlı büyümektedirler.
- Dünyadaki toplam GSYİH’nın %3’ünü tarım sektörü oluştururken bu oran Türkiye’de %6’lar seviyesindedir. Türkiye tarımsal üretim bakımından dünya ortalamasının üstünde yer almaktadır.
- 2009 yılında %10.2, 2014de %11.1’e çıkmış olan tarımın genel ihracat içindeki payı ise 2019 yılında 10.2 ile azalış gösterirken, 2009 yılında %5.3 olan tarım ithalatının payı 2014’de %5.9’a, 2019 yılında ise %6.9’a yükselmiştir.
- Yani genel ihracatımız içinde tarım ürünlerinin payı azalırken, genel ithalat içinde tarım ürünlerinin payı artmaktadır.
- Benzer şekilde toplam istihdam içinde tarımsal istihdamın payı azalmaktadır. 2014 yılında 5 milyon 483 bine çıkan tarımsal istihdam 2019 yılında 5 milyon 97 bin kişiye kadar gerilemiştir.”
Benim fikrim daha önce de belirttiğim gibi ’su kullananın, toprak işleyenin’ olmalıdır.
Çiftçilerimizin güçlendirilmesi nasıl olacaktır? Sektörün rekabetçi olabilmesi için uzmanlaşması ve bağımsız denetim şarttır. Yatırım teşviki ve darboğaz gidermesi içinse kredilendirme gereği vardır. Kitapta yatırım kredilerinin amaçları ve peşinden tarımsal kredi ihtiyacını doğuran nedenler de sıralanıyor. Daha sonra da tarımsal kredi kaynaklarını Ziraat Bankası, Tarım Kredi Kooperatifleri, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri, Tarım ve Orman Bakanlığı, Tarımsal Kredi Kooperatifleri ve Merkez Bankası olarak belirtiyor.
Bence en önemli husus tarımın kendine özgü ihtiyaç ve takvimine uygun bir şekilde kredilendirme imkanı sunulmasıdır. Ben bunun ‘yarıcılık’ ve benzeri örfe uygun veya Katılım Bankalarının sunduğu proje veya süreye ve işe has kar/zarar ortaklıklarıyla gerçekleştirilebileceği kanaatindeyim. Yoksa mevcut finansman metotlarıyla zora düşen çiftçiye af getirmekle sadece sorunu ötelemiş olursunuz.
Benim fikrim daha önce de belirttiğim gibi ’su kullananın, toprak işleyenin’ olmalıdır. Ülkenin tarımsal arazi stoğu milli servetimizdir. Verimsiz, küçük olan veya ailevi/sosyal nedenlerle tarım arazileri kullanım dışı kalmamalıdır.
Kitabın sonuç bölümünden benim dikkatimi çeken noktalar şöyle:
1) Türkiye coğrafi açıdan gıda ve tarım sektörünün gelişimi için yeni imkanlar yaratabilecek güçte bir ülkedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin birçoğu ile kıyaslandığında tarım Türk ekonomisinde ve ülkenin kırsal kesimlerinde önemli rol oynamaktadır.
2) Tarım Türk ekonomisinde önemli bir faaliyet konusu ve kırsal kesimde hala önemli bir istihdam kaynağı olup nüfusun %18.2’si tarım, ormancılık, avcılık ve balıkçılıkla geçimini sağlamaktadır. Ancak tarım sektörü birçok kriterde ekonomideki diğer sektörlerin gerisinde kalmıştır. 2000 yılından itibaren yıllar içindeki gelişime baktığımızda 2018 yılında tarımın GSYİH’deki payı %64 oranında küçülerek %5.82’ye düşmüştür. İthalat artış oranının ihracat artış oranından fazla olması da, ülkenin kendi kendine yeterliliğinin azaldığını hatta bu hedeften uzaklaşıldığını göstermektedir.
3) Türkiye desteklerin çiftçi gelirine etkisi açısından OECD ortalamasının üzerinde olmasının yanında, desteklerin GSYİH’ya oranı açısından da AB ülkeleri ve OECD ortalamasının da oldukça üzerindedir. Türkiye’de son 10 yıllık periyotta tarımsal desteklerin GSYİH’dan aldıkları pay büyük oranda yani %3’ten %1.3’e düşse de yine de OECD (%0.6) ve AB (%0.7) ülkelerinin üzerindedir.
4) Yeni tarımsal finans piyasalarının oluşturulmasında devlet, temel tarımsal altyapının oluşturulması, finansal işlem maliyetlerini azaltıcı ve finansal hizmetlere erişimi kolaylaştırıcı yönde uygun politikaların ortaya konulması, bu bağlamda yeni finansal kurumların oluşumuna altyapı hazırlanması, teknik eğitim, bilgi ve araştırma konularında destek sağlanması yönünde çalışmalıdır.
5) Türkiye’de tarım sektöründe çiftçilere istikrarlı gelir sağlamak, tarım sektörünün milli gelire olan katkısını arttırmak, rakip ülkelerle rekabet imkanlarını geliştirmek, tarımsal üretimde kalite, devamlılık ve standarda dayalı üretim yaparak ihracatı arttırmak tarımsal reformun temel hedefleridir.
Prof. Niyazi Erdoğan’ın sonuç bölümüne ben de müsaadenizle şunları ekliyorum:
1) Çiftçilik bir meslek, çiftlik de işletme olmalıdır. Ancak böylelikle gençler bu mesleği çekici görebilirler. Amatörce babadan oğula geçtiği düşünülen, hiçbir şey olunamıyorsa ancak çiftçi olunacağı düşünülen bir iş gençlere niye cazip gelsin.
2) Her elini kolunu sallayan milli servet olan toprağı işleyememeli. Bunun bir kanunu olmalı. Bugün üniversitelerimizde dört yıllık İngilizce eğitim yapan Tarım Ticareti ve Tarım İşletmeciliği ve Tarım Ekonomisi bölümleri bulunmakta. Bu bölümler akredite edilerek yaygınlaştırılmalı, eğitimin kalitesi artırılmalı, yeni tarım teknolojileri öğretilmeli ve geliştirilmeli, bu okullardan alınan sertifikalarla tarım işletmeciliği/çiftçilik yapılabilmeli, buraların mezunlarının tarım işletmelerinde istihdamı işletmeler açısından gereklilik olmalıdır. Bugün Türkiye’de çiftçilik belgesi diye bir şey vardır ama çiftçilik belgesini almanız için sizden bir berber açmak için gereken uzmanlık sertifikasına sahip olmanız bile istenmez.
3) Devlet tüm arazileri tarımsal üretime açmalı, ekilmeyenler yarıcı usulü ile tarım/çiftçilik ruhsatı/sertifikası olanlara verilmeli, tarım için büyük işletmeler teşvik edilmeli, araziler bölünmemeli ve çok sayıda işçi çalıştırmaları için özendirilmeli, tarım işçiliği sigorta sistemi genişletilmelidir.
4) Kimse kafasına göre tarım yapmamalı, milli servet kullanımı kurallara bağlı olmalıdır.
5) Sürdürülebilir tarım için yem sorunu çözülmeli, Türkiye yem ithal etmemelidir.
6) Sözleşmeli tarım konusu kanunlaşmalı, kar paylaşımı konusu netleşmelidir.
7) Tarım muhasebesi hesap dönemi hasat takvimine uygun olmalıdır.
8) Tarımın finansmanında uzun süreli ortaklık düşünülmeli, gerekiyorsa finans maliyeti sübvanse edilmelidir. Zordaki çiftçiyi geliştirecek, vade tanıyacak şekilde kredi politikası üretilmelidir.
Bitkisel Ürün Sigortası geliştirilmelidir. Konya’nın 3 ilçesinde pilot uygulanan Devlet Destekli Gelir Koruma Sigortası gibi son aylarda yürürlüğe giren sigortalar sevindirici olsa da “Tarım/Çiftçi Hasar Sigortası” adı altında zorunlu bir sigorta, DASK gibi, tüm sistemin sorununu çözer diye düşünüyorum.
Çiftçiye kar vadetmeyebiliriz ama asla zarar etmesine izin vermemeliyiz.
Hasadı Bilmeyen Niye Turfanda Meyve/Sebze İstesin ki!
Hangi Market Yılda 750 Milyon Kilo Muz Satıyor?
Paco Underhill'in Ocak 2022’de çıkan Nasıl Yiyoruz: Cesur Yeni Yiyecek ve İçecek Dünyası (3) kitabını okuduğumda Türkiye’de interneti, dijital dünyayı, yapay zekayı, blokzinciri nasıl sadece kripto paraya indirgediğimizi daha iyi anladım. Underhill kitabında yeme/içmeye dair birçok şeyden söz ediyor ama en önemli vurgusu modern tarım teknolojileri, dünyayı bekleyen tarımsal ürün krizi ve gençlerin artık tarımsal konulara ilgi duymaması. Oysa tarımın, hayvancılığın bugün her zaman olduğundan daha fazla ilgiye ihtiyacı var. Sektörde artan tedarik maliyetlerinden, işgücü sıkıntısından, şeffaflık ve sürdürülebilirlik konularında tüketici tercihlerindeki değişiklikler ve benzerlerinden oluşan büyük zorluklarla karşı karşıya…
Paco Underhill kimdir?
Paco Underhill bir dönem Türkiye’de de alışveriş bilimi ile ilgili bir kitabı çok meşhur olan çevresel psikolog, yazar, pazar araştırması ve danışmanlık şirketi Envirosell'in kurucusu, tüketici davranışı konusunda global olarak kabul görmüş bir uzmandır.
Why We Buy: The Science of Shopping (Neden Satın Alırız: Alışveriş Bilimi) Call of the Mall: The Geography of Shopping (Alışvermerkezleri Nereye Kadar) ve What Women Want: The Global Marketplace Turns Female Friendly (Kadınlar Neden Satın Alır) gibi Türkçeye çevrilen birçok kitabı var.
Giderek artan sayıda şirket, dronlar, otonom traktörler, robotik hasat makineleri, otomatik sulama ve tohumlama robotları geliştirmek için robotik inovasyon üzerinde çalışıyor.
Örneklere bakalım, mesela:
Kapalı dikey tarım, kapalı ve kontrollü bir ortamda üst üste istiflenmiş ürün yetiştirme uygulaması olarak tanımlanabilir. Kapalı dikey tarım, mahsul verimini artırabilir, tedarik zincirini kısaltarak tarlanın çevre üzerindeki yükünü azaltabilir. Şehirde tarımı mümkün kılar. Dikey tarlalar, bitkilerin büyümesi için toprağa ihtiyaç duymaması bakımından benzersizdir… Doğal güneş ışığı yerine yapay ışık kullanılır. Dikey tarlalar, geleneksel çiftliklerden %70 kadar daha az su kullanır.
Tarla otomasyonu, çiftlikleri daha verimli hale getiren ve mahsul veya hayvancılık üretim döngüsünü otomatikleştiren teknolojidir. Giderek artan sayıda şirket, dronlar, otonom traktörler, robotik hasat makineleri, otomatik sulama ve tohumlama robotları geliştirmek için robotik inovasyon üzerinde çalışıyor. Bu teknolojiler oldukça yeni olmasına rağmen hızla yayılıyor.
'Çevrimsel inek’ (connected cow) kavramı, sağlığı izlemek ve üretkenliği artırmak için giderek daha fazla süt hayvanının sensörlerle donatılmasının bir sonucudur.
Hayvancılık teknolojisi, çiftlik hayvanlarının üreme kapasitesini, refahını veya yönetimini geliştirebilir veya iyileştirebilir. 'Çevrimsel inek’ (connected cow) kavramı, sağlığı izlemek ve üretkenliği artırmak için giderek daha fazla süt hayvanının sensörlerle donatılmasının bir sonucudur. Her bir sığıra sensörler yerleştirmek, tüm sürü için veriye dayalı içgörüler sağlarken günlük aktiviteyi ve sağlıkla ilgili sorunları takip edebilir. Üretilen tüm bu veriler, üreticilerin hızlı yönetim kararları almak için hızlı ve kolay bir şekilde bakabilecekleri anlamlı, eyleme geçirilebilir içgörülere dönüştürülmektedir.
Hayvan gen bilimi (genemik), bir hayvanın tüm gen görüntüsünün hayvanın büyümesini ve gelişimini etkilemek için nasıl etkileşim içinde olduklarına bakma çalışması olarak tanımlanabilir. Genomik, hayvan üreticilerinin sürülerinin genetik risklerini anlamalarına ve çiftlik hayvanlarının gelecekteki karlılığını belirlemelerine yardımcı olur. Sığır genomiği, hayvan seçimi ve yetiştirme kararlarında stratejik davranarak üreticilerin besi hayvanı sürülerinin karlılığını ve verimini optimize etmesine olanak tanır.
Tarım bir evrim geçiriyor - teknoloji her ticari çiftliğin vazgeçilmez bir parçası haline geliyor.
Sera endüstrisi, öncelikle araştırma ve estetik amaçlar için kullanılan küçük ölçekli tesisleri yani, botanik bahçelerini doğrudan araziye dayalı geleneksel gıda üretimi ile rekabet eden önemli ölçüde daha büyük ölçekli tesislere dönüştürmektedir. Günümüzde büyük ölçekli, sermaye kaynaklı ve şehir merkezli seralar giderek artıyor.Tüm küresel sera pazarı yılda yaklaşık 350 milyar ABD doları değerinde sebze üretiyor. LED ışıklar ve otomatik kontrol sistemleri kullanan modern seralar giderek daha fazla teknoloji ağırlıklı hale geliyor. Başarılı sera şirketleri, mevsim ne olursa olsun, giderek artan yerel gıda talebinden yararlanmak için önemli ölçüde ölçeklendirme yapıyor ve büyüyen tesislerini şehir merkezlerinin yakınına yerleştiriyor.
Tarım bir evrim geçiriyor - teknoloji her ticari çiftliğin vazgeçilmez bir parçası haline geliyor. Yeni hassas tarım şirketleri, nem seviyeleri, haşere stresi, toprak koşulları ve mikro iklimleme gibi tarlaların her değişkenini kontrol ederek çiftçilerin verimi en üst düzeye çıkarmasına olanak tanıyan teknolojiler geliştiriyor. Hassas tarım, ürünü ekmek ve büyütmek için daha doğru teknikler sağlayarak, çiftçilerin verimliliği artırmasını ve maliyetleri yönetmesini sağlıyor. Hassas tarım pazarının 2025 yılına kadar 43.4 milyar dolara ulaşacağını tahmin ediliyor. Gelişmekte olan yeni nesil çiftçiler, mahsul verimini sistematik olarak en üst düzeye çıkaran daha hızlı, daha esnek girişimlere ilgi duyuyor.
Gıda izlenebilirliği, özellikle blok zinciri uygulamalarındaki yeni gelişmelerle birlikte, son gıda güvenliği tartışmalarının merkezinde yer almaktadır. Blockzinciri, mevcut gıda sistemindeki gıda sahtekarlığı, güvenlik geri çağırmaları, tedarik zinciri verimsizliği ve gıda izlenebilirliği gibi acil sorunları çözmek için kullanılabilir. Blokzincirinin yapısı, gıda değeri zincirindeki her oyuncunun hesap verebilir ve izlenebilir bir sistem oluşturmak için veri noktalarını güvenli bir şekilde paylaşmasını sağlar. Sonuç olarak, bir gıda maddesinin çiftlikten sofraya yolculuğunun kaydı gerçek zamanlı olarak izlenebilir. Blokzinciri, doğrulanmış işlemlerin gıda tedarik zincirindeki her oyuncuyla güvenli bir şekilde paylaşılmasını sağlayarak şeffaflığa sahip bir pazar yeri yaratır.
Blockzinciri, mevcut gıda sistemindeki gıda sahtekarlığı, güvenlik geri çağırmaları, tedarik zinciri verimsizliği ve gıda izlenebilirliği gibi acil sorunları çözmek için kullanılabilir.
Dijital tarımın ve ilgili teknolojilerin yükselişi, yapay zeka kullanımını da beraberinde getiriyor. Sensörler, uydular ve İHA'ların sağladığı verilerle oluşturulan algoritmalar bir tarla için karar alırken çiftçiler tarafından anlaşılabilir ve faydalı olabilecek istatistiksel veriler sağlar. Algoritmalar verileri işler, alınan verilere göre uyarlar ve öğrenir. Ne kadar çok girdi ve istatistiksel bilgi toplanırsa, algoritma bir dizi sonucu tahmin etmede o kadar iyi olacaktır. Amaç, çiftçilerin bu yapay zekayı tarlada daha iyi kararlar vererek, artan verimle daha iyi hasat hedeflerine ulaşmak için kullanabilmeleridir.
“Yediğimiz ve içtiğimiz şeyler konusunda da büyük bir aydınlanma yaşıyoruz ve bunda teknolojinin de büyük rolü var.”
Modern tarım teknolojilerine şöyle bir baktıktan sonra Underhill’in son kitabına gelirsek... Underhill ve şirketinin analizleri sahada doğrudan gözleme dayanıyor. Bu gözlemlerinin doğru sonuçlar ürettiğine inancı tam. Underhill için yemek alışverişi bir angarya değil, bir tür spor. Kovid pandemisi ile market alışveriş alışkanlıklarının büyük ölçüde değiştiğini belirtiyor.
Günümüzde, tüm ABD'li müşterilerin %25'i market alışverişlerini internetten yapmaktadır. Covid öncesi gençler arasında yemek siparişi popülerken, dünya genelinde uygulanan kısıtlamalarla bu zorunlu hale geldi. Yazarın sözleriyle, “Süpermarketler zenginleşti, restoran ve kafeler fakirleşti”. Türkiye’de de durum farklı değil. Underhill’in şu satırları çarpıcı: “Yediğimiz ve içtiğimiz şeyler konusunda da büyük bir aydınlanma yaşıyoruz ve bunda teknolojinin de büyük rolü var. Doğanın bilgeliğine değer vermeyi öğrendik ve gıda kaynağımızla yakın temasın ve ‘yerel beslenmenin’ önemini kabul ettik” İnsanların alışverişini izlemek, yazara bu değişikliklere dair benzersiz bir bakış açısı kazandırmış. Bazı alışkanlıklar onu büyülemiş, bazıları da dehşete düşürmüş. Ve diyor ki: “Geleceğe o kadar hızlı ilerliyoruz ki, bugün önümüzde duran yarın dikiz aynamızda.”
Underhill, yerel olarak yetiştirilen gıdanın bizim ve gezegen için daha iyi olduğunun farkına varıldığını anlatıyor. Yerel üretilen gıdayı tüketme isteğinin arkasında uçaklara, trenlere, frigorifik kamyonlara ve gemilere ihtiyaç duymadan teslim edilme, pestisitlerden arındırılmış olmaları ve yerel ekonomiye faydalı olmaları gibi nedenlerin yattığını söylüyor. Yazar daha sonra seraların ve hidroponiğin (topraksız tarımın) başarısından bahsediyor. Walmart'ın, büyük gıda arzı krizlerini çözme potansiyeline sahip olduğu ve aynı zamanda kârlı olduğu için yerinden tarımı büyüten teknolojileri araştırdığı belirtiliyor. Yazarın öngörüsü mağazaların küçüleceği; Türkiye’de indirim marketlere olan talebin biraz da bu yüzden olduğunu; Şoklar’daki “tarladan sofraya” Migroslar’daki “iyi tarım” hareketlerinin farkına varılmasının nedenini de burada aramak lazım.
Markette geçirdiğimiz zamandan daha fazla keyif almamızı neyin artıracağı üzerine kafa yorulması normal insana garip gelebilir ama ancak bu gariplik perakendenin temel ilkesiyle bağlantılıdır: Alışveriş yapanlar bir mağazada ne kadar uzun süre kalırsa, o kadar çok satın alırlar. Yazarın araştırmasına göre, taze meyve ve sebzelerin %20’si yenmiyor ve bunun yerine buzdolabımızda çürüyor. Yazar taze incir almayı çok sevdiğini ama çoğu zaman çöpe attığını söylüyor. Türk olan eşi, sürekli taze kalan ve tadı güzel olan kuru incirleri tavsiye ediyor. Çok akıllıca!
Yazar, Amerika'nın tarımsal bir dev olarak düşünüldüğünü 'dünyanın ekmek sepeti' deyimini hakettiğini söyleyerek devam ediyor: Yine de bugün ABD pazarındaki ürünlerin yarısından fazlası, çoğunlukla Latin Amerika ve Kanada olmak üzere yabancı ülkelerde yetiştirilmektedir. 2020'ye kadar Amerikalıların yediği meyve ve sebzelerin yaklaşık dörtte üçü Amerikan toprağı dışındaki topraklarda yetiştirilecek ve bu oran sürekli artacak.
Genç tüketiciler, hasat mevsimi diye bir şey olduğunu asla anlamayacaklar. Böyle bir gerçeğin olduğunu bilmeyen niye turfanda meyve ve sebze talep etsin ki!
Yazar muzu anlatıyor. Muz dünyanın en popüler meyvesidir. Sadece sebze olarak yediğimiz ama aynı zamanda bir meyve olan domatesten daha çok satar. ABD’de yılda 153 milyon tonun üzerinde muz satılır. Sağlık bilincine sahip yiyiciler; ıspanak, mantar, tatlı patateste daha fazla potasyum olduğunu bilirler. Yine de muz doğası gereği daha çok satar.
Walmart’ta bir yılda 750 milyon kilonun üzerinde muz satılıyormuş. Tüm şirketin en çok satan ürünüymüş, bu da onu muhtemelen tüm gezegendeki tüm perakende satışlarında en çok satan ürün yapıyormuş. Walmart yöneticisi şöyle devem ediyor: “Bugün endüstrinin istediği, müşterimin istediği şeffaflık. Evlerine koyacağım şeyin iyi, sağlıklı ve doğru ürün olduğuna güvenmek istiyorlar. Bu nedenle, blokzincirini kullanmak ve anında şeffaflık sağlamak için IBM ile birlikte çalıştık. Müşterimiz artık bir şeye dokunduğu anda her şey kayıtlıdır, nerede hasat edildiğini, ne zaman hasat edildiğini, kimin buraya getirdiğini tam olarak bilir; tüm bilgiler oradadır. Akıllı bir etiket veya QR kodu veya bir Shazam hologramı aracılığıyla tüketicim mağazaya gidebilir ve tüm bu geçmişi görebilir ve çiftçinin ‘Bunu sizin için Walmart ile büyüttüm' dediği bir videoyu görebilir.”
ABD ve Avrupa'da yılda 52 hafta her şeyi bulmak mümkün. Mevsime veya hava durumuna bakılmaksızın bir karpuz bulmalarını beklemek için müşteriler eğitildi. Yediğimiz meyve ve sebzelerle ilgili ilginç bir şeyi kabul etmeliyiz: hepsi birbiriyle rekabet halinde… Bu nedenle, bilim adamları, bitkileri değiştirmek için ellerindeki bazı “kaldıraçları” kullanırlar. Üzüm ailesini içinde tadı pamuk şeker gibi olan yeni çeşitler yetiştirilmiştir mesela.
2000'den beri ABD'de ölmekte olan ve her yıl sürekli olarak daha az üretilen bir kategori olarak kantalop türü kavunlar karşısında Bayer & Walmart Tatlı Kıvılcım (Sweet Spark) adı verilen çeşitli kavun geliştirdi ve bugün Walmart bu tohumun sahibi! Walmart her kategoride tüketimi neyin yönlendirdiğini, bu ürünlerin her biri için neyin tatmin yarattığını anlamaya çalışan bu yüzden de çok başarılı olan bir şirket. Kimlerine göre de bu yüzden “aç gözlü canavar” tanımlamasını hakediyor.
İşini iyi yapmak “niye aç gözlülük oluyor” anlamak güç. İşin içinde biraz kıskançlık biraz da ideoloji süsü var gibi geliyor bana!
Underhill’in daha sonraki konusu kahve içmenin değişen hali ve kahve bağımlığı. Yazar, konuya otuz yıl önce mahallesinde kahve seçeneklerinin çok zayıf olduğundan söz ederek başlıyor. Eski günlerde kahvelerin sade olduğunu, süslü olmadığını ve geçmişe bakıldığında biraz ilkel olduğunu söylüyor. Yazar kahve tüketiminin bu hale gelmesinden tek bir şirketin suçlanamayacağını ileri sürüyor.
“Evet” diyor, şimdi sadece kahveden daha fazlasını istiyoruz.
Yazar bu değişimi anlatmak için de evinden çıkınca üç blok yarıçapında nelerle karşılaştığını yazıyor: “Büyük paslanmaz çelik kahve sürahisi olan eski tarz bir Kore şarküterisi; mizah anlayışı olan eski moda bir Yahudi lokantası (kapıdaki tabelada 'üzgünüm açık' yazıyor), klasik bir kahveci, bir Fransız fırını; bir Belçika fırını; bir Danimarka fırını; bir bağımsız kahve dükkanı; bir giyim mağazası ve hatta kahve için başlama vuruşunun süslü çikolatalarla yapıldığı bir Godiva Cafe.”
'Açıkçası, sadece kafeinasyondan daha derin bir şeyler oluyor. Bu eğilimin ardındak, birkaç on yıldır sosyoekonomik faktörler var” diyor yazar ve sonra nedenleri sıralıyor: 'üçüncü yer' arayışı, ne ev ne de iş yeri olan samimi ortam; pek çok insan için özellikle gençler için tüneyecek yer arayışı ve yine onunla bağlı ofisten sokağa iten fereelanse ekonomisi. Daha da önemlisi, “kendi estetiği, kuralları, kodları, inançları ve değerleri ile tüm dünyada bağımsız olarak ortaya çıkan bir fenomen olan küresel kahve kültü olarak adlandırılan bir şeyin parçası olmak.”
Yazar daha sonra süpermarketlerde kullanılan modern takip teknolojilerinden söz ediyor. Alışveriş gezilerimiz esnasında telefonunumuza gelen ve alışveriş yaparken indirim kuponları ve diğer özel ürünler konusunda sizi uyaran dürtüleri, elektronik akıllı rafları, herhangi bir koridordan ne zaman geçmek üzere olduğumuzu bilmek için düşük frekanslı radyo sinyallerini ve Bluetooth'un nasıl alışverişi etkilemek için kullanıldığını anlatıyor. Süpermarketimiz artık “kim olduğumuzu, ne yediğimizi, ne zaman alışveriş yaptığımızı, hangi markaları tercih ettiğimizi, hangi tekliflere açık olduğumuzu” biliyor, diyor.
İlginç olan araştırmacıların çok fazla seçenekle karşı karşıya kaldığımızda bunaldığımızı ve eli boş gittiğimizi bulmuş olmalarıdır. Bu nedenle bugün, gıda perakendeciliği deyim yerindeyse 'küratörlük'tür.
Sonuç olarak, alışveriş dünyası bir alıcı pazarı haline geldi. Fiyatlar üreticiler veya perakendeciler tarafından belirlenmeyecek, dinamik olacak ve biz tüketiciler tarafından belirlenecek, umarım.