22. Sayı / 1. Kısım
SEÇİMLERDE ORTA SINIF DİLEMMASI!
Yazan: Prof. Dr. Yavuz Odabaşı
Dünyada, birbirleriyle bağlantılı çok katmanlı krizler yaşanıyor. Küresel mali kriz, Covid-19, Ukrayna savaşı, enflasyon, dirilen milliyetçilik gibi ekopolitik gelişmeler her şeyin karmaşık ve dağınık olduğu, düzenliliğin kaybolduğu bir yapı olarak ülkemizde de etkilerini gösteriyor. Sosyo-ekonomik refah göstergesi olarak servet dağılımı ve gelir dağılımının bozukluğu enflasyon nedeniyle daha da artmış durumda. Çok sayıda zincirleme krizin hepsinden daha fazla, yaşadığımız büyük deprem felaketinin ortaya çıkarttığı travmalar, ülkemizde yaşanan türbülansların şiddetini de artırmıştır.
HAYAL Mİ, RÜYA MI, UMUT MU?
Orta direk, küme, tabaka, katman ve SES (Sosyal Ekonomik Statü) tanımları ile de açıklanmaya çalışılan, tüm toplumlarda yükselen, yeni orta sınıf da denilebilecek grup, son yıllarda küçülmesine rağmen, yükselen beklentileri ile daha iyi yaşam şartları odaklı olarak gelişiyor.
Günümüz Z nesli X, Y neslinden daha iyi ve inandığını yaşayabileceği, sürdürülebilir bir yaşam alışkanlığı ve tarzı istiyor. Türkiye çok karmaşık, çok katmanlı ve çok merkezli bir ülke olarak orta sınıfı da düalist bir yaşam tarzı içinde görünüyor. Yerleşik seküler orta sınıfa paralel “muhafazakâr orta sınıf” da son yıllarda gelişerek kendini gösterdi. Bir taraftan çabalamaktan kaçınmıyor, orta sınıfa yolculuk için sosyal statü göstergesi olarak alıştırıldığı şekilde tüketimde daha fazlasını, daha iyisini ve daha yenisini isteme iştahı ile çabalıyor. Diğer taraftan da tutunmaya çalışarak, “anı yaşama” ve “hayatı kaçırma korkusu” ile, değerler de dahil olmak üzere edindiklerini korumaya çalışmakta.
Küresel bir sorun haline gelen enflasyon, yaşanan zorluklar ve krizler şüphesiz ki, orta sınıf normuna erişimi zorlaştırdı. “Yüksek faiz-düşük enflasyon” uygulamasının yerini alan “yüksek enflasyon-düşük faiz” uygulaması sonucunda, ülkemizde de orta sınıf olma hissini veren ve güçlendiren kolay para döneminin bittiği çok açık. Bu hissi veren, önce kendine sonra çevresine araç yapılan ve bazen de hak etmediği bir tüketim düzeyi idi doğal olarak.
Refahtan pay almak, büyük geçim derdinin varlığında bunu başarmak, gözleri hep yukarılarda olarak sınıf atlamak, daha iyi ve müreffeh bir yaşama erişmek gittikçe de zorlaşıyor. Kendini bir üst sınıfın parçası olarak gören ve ona özenen, onun gibi olmaya çalışan bir kesim olarak bu grubun işi oldukça zor. Bu nedenle de zaten bazı görüşler, “sosyal sınıf köpüğü” olarak adlandırdıkları yapının sönmekte olduğunu söylemekte. Bir diğer grup da “orta sınıfın zaten hiçbir zaman var olmadığını” ileri sürebilmekteler.
Elde var olanları koruma, yeni mal edinme, servet elde etme yarışı gayet sıkıntılı bir şekilde acımasızca sürüyor ve şüphesiz seçimlerdeki tercihleri de etkiliyor. Yaşam maliyetleri ve gelir yetersizliğinin sonucu olarak, kazanımları kaybetme korkusu, hayata tutunma, içinde olduğu orta sınıf katmanında tutunma çabalarının yanında, daha iyi bir hayata kavuşmak için verilen mücadele tüm şiddetiyle sürüyor.
Yaşadıkları hayatın gerçeklerinin farklılaşması karşısında korku ve paranoya sahibi olabilen orta sınıf, arzuladıkları daha iyi hayattan kopma gerçeğine uyum sağlamakta zorluklarla karşılaşıyor. Özellikle, son yıllarda sayıları artan şekilde kentlere göç edenler, ruhlarını, kültürlerini, geçmişlerini ve geleneklerinin çoğunu unutmak zorunda kalarak, kaybedeceklerinden dolayı mutsuz, kaçtığı geçmişini hatırlatan her sıkıntıdan, zorluktan dolayı da huzursuz.
ÜÇ KESİM
Bu durum, üçlü bir yapı gösteren orta sınıfı farklı biçimlerde etkiliyor.
1.Yükselenler: Sosyal asansörü kullanarak “sınıf atlamak” için, sembolik tüketim ile daha üsttekilerin kullandığı prestijli markalara yönelebilen azınlık. Tüketim pratikleri, sosyal mesafeler ve güç göstergesinin sınıfsal bir tercihi olarak kullanılıyor. Tüketim yoluyla kendini kanıtlama, yaşam biçimi aracılığıyla kimlik gösterme, yansıtma içeren sınıf normuna erişimi zorlaştırması, aşağıdakileri görmezden gelme, “bu sofrada yeriniz yok” diye düşünme rahatı içinde tüketiminden vazgeçmiyor bu kesim. Daha da zenginleşen bu kesimin hovarda davranışlarından biri de lüks yaşam zevklerini, sembollerini sergilemekten kaçınmamaları ve sınıfsal bir tercih olarak zenginlik gösterilerini çekinmeden, özlemlerini kesintiye uğratmadan sürdürebilmeleri. Bu kesimin rehavet ve “zihinsel-fiziksel” kafa konforu, rahatının sarsılmamasını ve güven içinde huzurunun bozulmamasını arzulaması, onları statükoya meyilli yapıyor ve toplumun diğer kesimlerinden kopuk olmaya yöneltiyor.
2.Direnenler: Bu kesim için üst basamağa çıkmak, sınıf atlamak giderek imkânsız hale geliyor. Suyun üzerinde kalmaya çalışmak, boğulmamayı sağlamak, durumu idare edip yerini koruma tedirginliği içinde taktikler geliştirerek sorun haline gelen yaşam standartlarını ve refahını korumaya çalışıyor. Kısaca, tahta atın üzerindeymiş gibi yerinde sallanan, ilerleyemeyen bir kesim. “Aşağıya kaymamak” için kıran kırana rekabet içinde. Elde olanları koruma ile daha iyi bir yaşama kavuşma için refah elde etme yarışı sertleşiyor ve bu kesim için yaşam maliyetleri, gelir yetersizliği, var olanı koruyabilme, geldiği yerde tutunma uğraşlarını artırıyor.
3.Kaybedenler: Bilinçli olarak göz ardı edilip, gözden düşen bu kesim; yaşamlarını sürdürmek için daha çok sabit gelirli, maaşlı, ücretli çalışmak zorunda olan ve tasarruf yapma olanağı olmayan, fiyat artışlarını başkalarına yansıtamayan sabit gelirliler. Bu kesim ile gelirleri artanlar arasındaki makas açıldıkça açılmış durumda. Düzenli gelirlerinin düşmesinden, tüketimlerine yetmemesinden kaynaklanan kaygıları olan bu kesim daha çok asgari ücretli, emekli, işsizlik maaşı alanlardan oluşmaktadır. Belki, bu kesime, “tutunamayanlar”, “vazgeçilmiş sınıf” da denilmesi bu nedenledir. Dengesizlikler yeni arayışlara yol açıyor. “Yıkılmadım, ayaktayım” duyusuyla borçlanma yapanlar, artık iyiden iyiye yoksullaştıklarını kabul etmeye başlıyor ve yetersizlik duygusu içinde, statü kaybetme kaygısı, düşme korkusu, geçim kaynaklarını ve kazanımlarındaki kontrollerini kaybetme korkusu ve psikolojisi içinde. Küskünlük, kırılmışlık, hırpalanmışlık ve kendilerini vazgeçilmiş olarak görme, öfke ve adaletsizliğe karşı isyan duygusu, başladıkları yere doğru aşağıya inmeye başlamalarına, ligden düşmelerine eşlik edebiliyor.
Kısaca, orta sınıfın üç kesiminin çoğunluğunda toplumsal hiyerarşinin keskinleşmeye başladığı görüşüyor. Üst sınıflara katılma olanağının kaybolduğu, hayal ettikleri yaşama biçiminin korunmasının güçleştiği ve erişilemeyeceği ya da ellerinden kayıp gideceği inancındalar. Bu sınıf, karşılaştığı ve devinim göstererek farklılaşan yeni gerçekliği ilk kez bu kadar şiddetli hissediyor ve sınıf atlama savaşına "onlar gibi olmaya karar vererek" başlayan kesim “sınıf farklılığı”na yenik düşüyor ve hiçbir sınıfa ait olamama, arafta kalmışlığın acısıyla, derin yalnızlığa, küskünlüğe ve mutsuzluğa sürüklenip geleceksizliğe teslim olma durumunda. Orta sınıfın erimesi, alım gücünün çökmesi, zorunlu olarak yaşam kalitesinden ödün vermesi sonrası tüketim ve beraberinde gelen kısıtlanmış hayatlarda tükenişin ve belirsizliğin yarattığı endişe, korku, paranoya, kızgınlık ve öfke gibi gittikçe büyüyen itirazlarla birlikte “ruhsal sıkıntı”lara sebep oluyor.
Bu ruh hali, medyanın iyi yakalayıp işlemeye başlaması ve seçmenin duymak istediği, arzuladığı şeyleri kullanarak öfke ve nefret gibi olumsuz duyguların ortaya çıkmasına ve rakiplerine hakaret, onları ve tercihlerini inkara, aşağılamaya, reddetmeye dönük tavırlar almaya yöneltiyor. Ayrışmış, kutuplaşmış, ötekileştirilmiş, parçalı hale gelmiş bir siyasal yapı ve kültüre sahip olan ülkemizdeki toksik siyasal kültür, “Sadece kendisiyle aynı fikirde olan insanları dinlemek ve kendi çemberi içinde kalmak” tutumunu yaygınlaştırıyor. Yüzeysel kavrayışların baskın olmaya başladığı günümüzde, istediklerini duymak isteyen bir kesim var! Herkes; kendi gibi düşünen, kendi gibi hisseden, kendi benzeriyle mutlu olmaya, kendi gibi olana yatkın olana yöneliyor. Pek de demokrat olmayan bu anlayış , neredeyse efsunlanmış kesim olarak tarafların kışkırtıldığı, siyasal ve kültürel kutuplaştırmaların kitleselleştirildiği bir dönemde, bir tür gizli ve örtülü bir sosyal sınıf katmanları arasında yaşanan gerilimi, kibri, hıncı, reddiyeyi, yaşam biçimi mücadelesini belirtiyor gibi görünüyor.
Bu durumu tam olarak göremeyen, sadece iletişim ile kitleleri yönlendirebilirim anlayışı sonucu, “Bütünleşik Pazarlama İletişim” projeleri seçim kampanyasında kullanılabilir hale getirilemedi ve sonuçta hayalleri, beklentileri, umutları yeşertemedi. Daha doğrusu, değişim için gerçek yapısal sorunları güven verip anlatamadı ve inandıramadı muhalefet. Yeni gerçekliği ilk kez bu kadar şiddetli hisseden orta sınıf ailesine mensup seçmenlerin içinde bulundukları zor durumu dillendirmekle kalan bir siyasi söylemin etkisi azdır. “Umut ve korku üzerine kurulu sol akıl, sağ duygulara hitap eder” anlayışı bir kere daha böyle keskin ayrımların artık geçerli olmadığını gösteriyor. Seçmen, önce duygusal olarak aldığı kararı akılcı biçimde destekleyerek, donatarak biçimlendiriyor ve uygulamaya geçiriyor.
Ne söylediğin değil nasıl söylediğin önemli artık. Hangi derdi çözmek için varız sorusu önem kazanıyor ve sorunu tarif etmek değil, onu metaforlarla daha açık net olarak söylemek gerekiyor. Metaforik olarak günümüz insanını ve siyasetini anlatan, onların duyarlı olduğu “yoksulluk-yolsuzluk” sarmalını anlatan sözler, semboller ve figürler yoluyla çokça kullanıldı. Örneğin, kentte yaşayan “orta sınıfın siyasal tercihi milliyetçiliğe eğilimlidir” anlayışına sarılan seçimin son dönem çalışmaları milliyetçi mesajlara ağırlık verdi.
SONUÇ
İhmal edilmişler, kenara itilmiş olanlar, alt sınıflardan yukarı çıkmaya çabalayan kesimler için seçimler birer fırsat olarak görülmektedir. Zaten, iktidar partisinin kampanyalarında gösterilen yolların, köprülerin, hızlı trenlerin çevrenin merkeze doğru bağlanmadaki fiziksel olarak akışkanlığı, geçişkenliği göstermesi, sınıfsal tırmanmanın da umudunu yeşertmek içindi.
Varlıklı ve yoksulun bunaldığı ve hesap kitap yapmak zorunda kaldığı, hem sınıflar arasındaki ve hem de sınıflar içindeki kesimler arasındaki uçurumun gün geçtikçe derinleşmesi gerçekliği, toplumdaki ivme kazanan huzursuzlukların, homurdanmaların yaşandığı karışık ve stresli bir dönemin de bir sonucu. Kentlerde hayat pahalandıkça, kiraların ve ev sahibi olmanın zorlaştığı günümüzde kentlerin dışına doğru gitmeye zorlanan alt ve orta sınıf, en çok yakınan kesim haline geliyor. Buna rağmen siyasal yapı, tüm paydaşları ile değişen ve yön değiştiren fiyat ve yaşam maliyeti odaklı duyarlılıkları görmezlikten geliyor ve buna yönelik onların sınıfsal gerçekliliklerine uygun bir karşılık göstermiyor.
Seçmen; yaptığı tercihi ihtiyaçların, taleplerin, beklentilerin, kısaca umutların oylandığı bir seçim olarak görerek kayıplardan kaçınıp fayda maksimizasyonu ararken oyunu ve tercihini, siyasetçinin oy maksimizasyonu yapmak isteyeceğini ve kısa erimli palyatif tedbirlerle sadece oyuna talip olacağını bilerek, parti sadakati zayıflamış olarak kullanıyor çoğu zaman.
Tüm bu açıklamaların ışığında, son seçimde büyük yatırımlarla projelerin yapıldığı yerlerde iktidarın oy oranında artışı yaşandı. Buna ek olarak, TÜİK verilerine göre 2023 yıllının ilk çeyreğinde özellikle iç talebin, özel tüketimin etkili olduğu %4 büyüme gerçekleştirildi. Bu büyüme içerisinde, orta sınıfa dayalı ve sermayenin de hakimiyetinin var olduğu bir yapının söz konusu olduğu ülkemizde, sermaye ile eşitlenecek biçimde emekçilerin payı %38 oranında artış gösterdi. Bu göstergelerin işaret ettiği gibi, seçim başarılarının ardında tüketim ile siyaset arasındaki bağ olduğunu da görmezlikten gelmemek gerekir.