7. Sayı / 1. Kısım
KENT MARKALARI ILE GÜÇLÜ GELECEK
Yazan: Ömürden Sezgin
Türkiye’de toplam 81 il ve 973 ilçe var. Her kentte bir turizm ofisi veya bir tanıtım ofisi var. Hedefleri daha fazla turist getirmek, daha fazla kişinin o bölgeyi ziyaret etmesini sağlamak.
Ancak turizm, bir bölge veya bir şehrin markalaşmasında hedef alması gereken sadece bir konu.
Bu yazıda kentlerin markalaşma faaliyetlerine, bu konudaki çalışma hedeflerine odaklanacağız. Turizmden öte hangi hedeflerin olduğuna, nasıl ulaşılabildiğine bakacağız.
Öncelikle organizasyona bakalım; bir kentin veya kasabanın genel müdürü veya ceo’su o kentin belediye başkanıdır. Bu büyük şehir de olsa böyle, küçük bir kasaba da olsa böyle. Yani kentin markalaşmasından sorumlu kişi bizzat kendisidir.
Türkiye’de kent markalaşması denilince akla, kanalizasyon ve yol çalışmaları, havalimanları, köprüler, tüneller ve yollar geliyor. Bu gelişmeler ya kentin sosyal medya hesabından ya da belediye başkanının hesabından paylaşılıyor. Oysa ki markalaşma bu yolların, bu köprülerin, bu meydanların yapımından çok öte bir olay, fiziksel değil fazlaca duygusal bir konu.
Nasıl duygusal? Bir bölge veya kent, turisti de, yaşayanları da hikayeleri ve yarattığı duygular ile yakalar. Yani sadece yolu güzel, kanalizasyonu iyi diye değil, yarattığı duygularla da sizi heyecanlandıran bir yer olması gerekir. Örneğin, Paris dediğimizde aklımıza aşk gelir, kırmızı renk gelir, romantizm gelir. Paris’teki Eyfel kulesi ne kadar fiziki bir yapı olsa da, onun üzerinde de romantizm ve aşkın bir hikayesi vardır. Balayına gidecekler, kız veya erkek arkadaşı ile tatile gidenler Eyfel kulesinin önünde fotoğrafını çektirir, efsane bir Fransız restoranına gider, ünlü caddelerinde alışveriş yapar. O caddelerde ve restoranlarda bir Fransız filmindeki aşkı ve romantizmi yaşar. Paris işte böyle duyguları ve hikayeleri içinde barındıran bir şehirdir, ve hep bu algıya oynar.
5 duyuya hitap eden kent markalar
Kent markalaşması 5 duyuya da hitap eden bir çalışmadır. Yani logo gereklidir ama yetmez. Bu sefer İstanbul’u örnek verelim.
1- Görme:
Kız kulesi, Galata kulesi, köprüler, saraylar, erguvanlar ve Boğaz’dır İstanbul. Logo olarak kullanılan birçok çizim yapılmıştır ama İstanbul denildiğinde akla net bir logo ve renk gelmez.
2- İşitme:
Boğazdan geçen bir vapurun sesidir, Beyoğlu’nda bir tramvayın zilidir, arabaların korna sesleri, martıların ötüşüdür İstanbul
3- Koku:
Boğaz ve denizden gelen iyot kokusu, bazen de egzos dumanıdır İstanbul.
4- Dokunma:
Ahşaptan konaklar, taştan saraylar, boğaz suyu, altın taş ve topraktır İstanbul.
5- Tat:
Anadolu’daki lezzetlerin bir mozaiğidir İstanbul. Samsun pidesidir, Adana kebabıdır, Antalya piyazıdır, Erzurum cağ kebabıdır, kokoreçtir, dönerdir, hamsi, mezgit ve lüferdir İstanbul.
Tüm bu duygularla İstanbul’un hikayelerini uzun vadeli bir çatı konsept üzerinde paylaştığınızı düşünsenize. Yani iki kıtanın bir araya geldiği, adeta öpüştüğü, dünyadaki en çok düğünün gerçekleştiği İstanbul, Paris’ten daha fazla bir aşk kenti olamaz mı? Alası olur, ama kendine bulacağı çok daha farklı konseptler var bu kentin. 12 milyon ziyaretçisini, 25 milyonlara ulaştıracak o kadar büyük potansiyeli var ki, bunları bir başka yazıda detaylı konuşuruz.
Hedef sadece turizm değil, topyekün kalkınma
Yazının başında da söylediğim gibi, kentler, markalaşma denilince sadece turizmdeki artışı göz önüne alıyor. Buna uygun organizasyon isimleri koyuyor. Turizm ajansı, turizm ve tanıtım ofisi, tanıtım komitesi vb. gibi yapılarla hedef sadece turist artırmak oluyor. Bu arada, bu yapıların içerisinde; “hangi turist kitlesini hedeflemeliyiz? Turistler bizim hakkımızda ne düşünüyor? Seneye hedefimiz şu kadar turist.” diyecek şekilde bir araştırma ve strateji yapıldığını da zannetmiyorum.
Peki hedefler ne olmalı? Bir kent kendini net anlatan bir tanım bulduktan ve bu çatıyı güçlü bir şekilde kurduktan sonra 4 ana hedefe odaklanmalı. Oluşturduğu konsept çerçevesinde bu 4 hedefi takip etmeli, onlar üzerine markalaşma çalışmalarını inşa etmeli.
Bir kent 4 ana hedefe odaklanmalı.
1- Artan ziyaretçi/turist sayısı: Bu olmazsa olmaz. Yani siz kentinizi etkin anlattığınızda, duyguları ve hikayeleriyle güçlü bir algı oluşturduğunuzda, oradaki bir özelliği veya bir yapıyı ön plana çıkardığınızda, bölgenize ve kentinize turist ve ziyaretçi gelmesini hedefler, bu rakamları dikkatle takip edersiniz.
2- Artan kalifiye kitle: Bu rakamlara bakan kentler olduğunu zannetmiyorum ama bir kent eğer doktoralı, yüksek lisanslı, üniversite mezunu, sanatçı, müzisyen, yazar sayısını artıyor, onları da kent yönetiminde aktif olarak kullanıyor, o kente katma değer yaratmasını sağlıyorsa geleceğe büyük yatırım yapıyor diyebiliriz.
3- Artan yatırım ve girişimler: Dünyayı okuyabiliyor, yeni şartlara ayak uydurabiliyor ve yatırım çekebiliyorsa bu hedef de markalaşma yolunda önemli bir adımdır.
4- Daha mutlu yaşayanlar: Yukarıdaki 3 madde güçlü bir şekilde hayata geçirildiğinde bu madde kendiliğinden mutluluğu getirecektir. Yaşayan halk daha gururlu daha memleketine bağlı hissedecek, her biri tanıtım açısından bir nefer olacaktır.
Her kente Kent Marka Ofisleri Kurulmalı
Yazının başında da söylediğim gibi, belediye başkanları bu işin ana sponsoru, bu vizyoner bakışın doğal olarak liderleri. Ama tek başlarına yapamazlar. Tanıtım ve turizm ofisleri tanımı da bu konuyu karşılamıyor. Ben, her kente o kenti iyi bilen, o kente aşık marka müdürlerinin ve onların yönetiminde “kent marka ofisleri”nin kurulması gerektiğini düşünüyorum. Kentin birçok paydaşının da içerde temsilcileri olduğu bir yönetim kurulu, metin yazarı, mühendis, tasarımcı ve akla gelecek tüm alanlardan, aksiyon üzerine kafa yoran, proje geliştiren de bir icra ekibinin olması gerektiğini düşünüyorum. Bu ofis gece gündüz o kentin markasının analizini yapacak, rakamlarını çıkartacak, performansını ölçecek ve vizyoner projelerle yukarda saydığım hedefleri hayata geçirecek.
Kent İletişimi Yapmanın Tam Zamanı
Bu dönem evlerden çalışmayı öğrendik, başta alışmak zor oldu ama şu an profesyonel ev çalışanları gibi sistemimiz işliyor. Zaman ilerledikçe, evden çalışmayı daha uygun hale getirecek yeni teknoloji ve yöntemler ortaya çıkıyor. “Video konferanslar, iş seyahatlerini yiyor” başlıklı bir makalede Zoom’un 15 havayolunun toplam değerine eşdeğer bir noktaya geldiği yazıyordu. Bence, video konferanslar şu an plazaları da yiyor, arabaları da yiyor hatta büyük şehirleri de yiyor.
GlobalWebIndex’in gerçekleştirdiği araştırma sonuçlarına göre, çalışanların yüzde 23'ü evden çalışmak istiyor.
Outdoor malzeme satışları artıyor, karavan bakanlar çoğalıyor, tatil bölgelerindeki kitle dönmediği için oradan gelen siparişler giderek artıyor. İnsanlar büyük şehirlere dönmüyor, kalıcı olarak küçük kasabalara, tatil bölgelerine yerleşiyor.
İşte bu dönem ve bilgiler ışığında; kentlerin -özellikle de tatil bölgeleri dışında kalan kasabaların- kendilerini, özellikle de evden çalışmaya başlayan kitleye anlatmak adına bir fırsatın içinde olduklarını düşünüyorum.
Yani şu an Anadolu’da bir ilçenin belediye başkanı çıksa ve dese ki,
“Değerli evden çalışan beyaz yakalılar, sizler için bahçeli evler, özel çalışma alanları, kafeler, çok hızlı bir internet, çocuklarınız için kreşler ayarladık, bırakın büyükşehirleri, bize gelin, özellikle bu pandemi döneminde en azından 2 sene kalın, hem kafanız rahatlasın hem de memleketimize fayda sağlayın”
dese her şey çok farklı olur.
Bir Belediye Başkanı bunları söylese, açıkçası önce ben giderim.
Tüm belediye başkanlarına bu açık çağrıyı yapıyor, yazımı burada noktalıyorum.
Unutmayalım, coğrafyası, iklimi, kültürü ve tarihiyle çok zengin bir ülkede yaşıyoruz. Bu değerlerimiz en etkin, uzun vadeli ve stratejik şekilde anlatmamız gerekiyor.
Başka çaremiz yok, Türkiye’de gelecek kent markalarıyla gelecek!
ÖMÜRDEN SEZGİN