13. Sayı / 2. Kısım
Reyting rekortmeni programların sahibi yapımcısı OSMANTAN ERKIR ile konuştuk
Nerede o eski Türkiye?
TELEVİZYON SEYİRCİSİ ACILIYA ALIŞTI
Türkiye’de artık gündemimiz çok farklı, bambaşka sorunlarımız var.
Röportaj: Hilal Hoşgör
Hilal Hoşgör: Eski adıyla kim 500 Milyar İster, Pop Star, Pop Star Alaturka gibi çok ünlü yarışma formatlarını Türkiye’ye getirdiniz. Televizyon izleyicisi sizi en çok Pop Star yarışmasında sunuculuk yaptığınız dönemde tanıdı. Pop Star yarışmasının tekrar yapılmasını isteyen ciddi sayıda bir kesim var onlar adına soruyorum, Pop Star geri gelecek mi?
Osmantan Erkır: O kadar çok konuşuluyor ki bu konu, bana da çok soruluyor, “Bir daha yapsanız” deniliyor. Ben bunu çeşitli kanallarla konuşuyorum ama açık söylemek gerekirse, şu sırada yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Bunu birazcık açıklayayım. Pop Star ve özellikle Alaturka versiyonu gerçekten efsane bir program oldu. Bunu ben söylemiyorum, izleyiciler bunu o şekilde bana aktarıyorlar; “Ya efsaneydi, ne kadar güzeldi” diye. Kült bir televizyon programı haline geldi gerçekten. Ama o dönemki Türkiye ile bu dönemki Türkiye birbirinden çok farklı. 50 yıl öncesinden de bahsetmiyorum halbuki 12 yıl öncesinden bahsediyorum. Hem artık çok farklı bir Türkiye’de ve çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Bu farkları biraz özetleyeceğim.
Bence insanların şu anda o kadar da keyif yapacak halleri yok diye düşünüyorum.
İnsanlar içinde bulunduğumuz süreçte çok keyif yapacak bir durumda değiller diye düşünüyorum.
Türkiye’de artık gündemimiz çok farklı, bambaşka sorunlarımız var. Seyirci olarak kafamız daha meşgul. Dünya ve Türkiye güllük gülistanlık değildi ama bu kadar ağır bir dönem kesinlikle değildi. Bir pazar akşamı insanlar oturup içeceklerini önlerine koyup, artık ne içiyorlarsa rakı içen rakısını, çay içen çayını içerken, Popstar'ı bir gazino programı gibi seyrediyorlardı. Ülkemiz halet-i ruhiye olarak biraz daha keyifliydi, mutluydu. Şimdi daha zor bir dönemden geçiyoruz. Ekonomik şartlar farklı, siyasi ortam farklı, Pandemi dönemi ve bir de üstüne içimizi yakan yangınlar ve sel felaketleri de eklenince çok daha zor bir dönemdeyiz. Bu kadar çok dert varken bu program aynı tadı verir mi emin değilim. Ayrıca ben de böyle bir zamanda keyifle bir program yapamam.
İkincisi, kuşaklar arasındaki fark çok açıldı. Popstar Alaturka’yı o zamanlar çok küçük yaştakiler de izliyordu. Yetişkinler zaten izliyordu. Şimdi genç insanlar, 20’li yaşlarında ya da 20’lerinin ortalarındaki insanlarla karşılaşıyorum “Biz sizin programınızı izleyerek büyüdük” diyorlar, “Ne kadar çok seyrederdik” diyorlar. Şimdiki çocukların o programda söylenen şarkıları dinlemesi bile bana zor gibi görünüyor. Çünkü müzik dünyası çok ayrıştı. Gençlerin dinlediği müziklerle yetişkinlerin dinlediği müzikler iki ayrı dünya gibi oldu. Ben gençlerin neler dinlediklerini takip etmek için çaba gösteriyorum da o şekilde biliyorum açıkçası, onlar da bizim dinlediklerimizi dinlemiyorlar. Bu esasında çok acıklı bir şey, şimdi tam bir kopma ve kuşak çatışması oldu diyebiliriz. Eskiden hepimiz aynı sanatçıları, aynı şarkıları dinlerken şimdi bizim için çok önemli olan sanatçıları gençler ve çocuklar bilmiyorlar. Onlarınkini de biz bilmiyoruz. Böyle bir kopukluk var.
Tüm aile “ekran başına geçip hep beraber şu şarkıları dinleyelim” ritüeli şu anda zor gibi gözüküyor. O güzel zamanlarda bu kadar güzel tat vermiş, lezzet bırakmış bir programı yeniden yaparken, acaba bu anıları zedeler miyiz diye de endişe etmiyor değilim.
Acaba bunu zorlamak yerine, günümüze uygun daha başka, daha yeni projeler olur mu onlara da bakıyorum. Tabii ki ben prensip olarak hiçbir şeye “kesin bu böyledir” diyen bir insan değilim. Belki de bu düşüncelerimde yanılıyorumdur ama bana bu programı soranlara bakıyorum, yaşları belli bir yaştan sonrası. Nesiller arası büyük bir kopuş olduğunu görüyorum. Sosyal medyanın da bunda çok büyük bir etkisi var.
Şöyle bitireyim; eğer bir gün Pop Star’ı yapmak için emin olursam, çok seyredileceğini düşünürsem, geniş bir kitleyi içine alır diyebilecek bir hisse kapılırsam, o zaman ben de ciddi ciddi gündeme getirmeyi isterim. Aynı tadı yakalayabileceğimize inanırsam yaparım ama şu anda şüphelerim var.
Pop Star’ın aynı tadı yakalayabileceğimizi düşünürsem yaparım ama şu anda şüphelerim var.
Hilal Hoşgör: Şu dönemde aslında kimse ailecek bir şeyler yapmıyor. Aile bir aradayken bile herkes kendi istediği programı izleyip vakit geçiriyor. Herkes televizyon yerine kendi tabletinden, telefonundan ne istiyorsa kulaklığını takıp onu izliyor.
Osmantan Erkır: Haklısın. Biz Alaturka’yı yaparken bizim programı babaanne, anne, baba, teyze, hala ve çocuk oturup birlikte izleyebiliyordu. Biz bunu çok gördük o dönemde. Ailecek seyredilen bir programdı.
Hilal Hoşgör: İnternet üzerinden izlenebilecek bir ses yarışması gibi güncel bir formata evriltmeyi düşünür müsünüz?
Osmantan Erkır: Belki düşünebiliriz. Ama orada da şöyle unsurlar var, Popstar’ın bir özelliği de çok önemli isimlerin bir arada olmalarıydı. Dönemin en iyi isimleri programda jüri üyeliği yaptılar. İnternet programı için bu insanları bir araya getirmek henüz daha mümkün değil. Yani o bütçeleri, internet sitesinden ya da YouTube’dan çıkarabileceğimizi sanmıyorum. Büyük bütçelerden bahsediyorum. Belki o günler de yakındır çünkü giderek dijitalleşiyoruz ama henüz değil. YouTube da yüksek gelirler sunmaya başladı ama halen televizyon kanallarının reklam geliri daha yüksek.
Şu an YouTube için çok büyük bütçeli işler yapmak için Türkiye'de henüz erken. Yapımlar önce televizyon için yapılıyor sonra YouTube’a yükleniyor gibi bir strateji uygulanıyor. Belki ileride projeler YouTube’da başlayıp televizyon yan mecra olacaktır. Giderek bu yöne doğru ilerliyoruz. Ama daha orada değiliz şu anda bir geçiş dönemindeyiz.
Hilal Hoşgör: Televizyon ekranlarında sizi neden artık daha sık göremiyoruz? Sektöre ya da ekranlara karşı herhangi bir küslüğünüz mü var?
Osmantan Erkır: Küslüğüm yok ama şu anda televizyon işi yapmak büyük bir enerji gerektiriyor. Ben bu süreci çok genç yaşımda, enerjimin en yüksek olduğu dönemde çok çalışarak tecrübe ettim. Yoruldum, sıkıldım, üzüldüm, sevindim, bazen çok başarılı oldum bazen de istediğim sonuçları alamadım ama tüm bunları yaşadım. Benim enerjimin kaynağı gerçekten istemek, yüksek motivasyon. Motive olabileceğim bir fikir bulursam aynı enerjiyle
Çok samimiyetle söyleyeceğim, ben hiçbir işimi yaparken ilk hedefim para olmadı. Para benim motivasyon kaynağım olmadı. Tabii ki para kazanmak çok önemli ve ben de önem verdim ama hiçbir projeye ‘Bunu yapacağım ve çok para kazanacağım’ diye bakmadım. Benim yapımdaki bir insanın o tutkuyu hissetmediği müddetçe ‘ya şunu yapayım, bu beni çok mutlu edecek’ gibi hissetmedikçe bir iş yapmaması lazım zaten. Çünkü hayatta şunu gördüm, iş olsun diye yaptığım işlerde başarı getirmiyor. Eğer tutkuyla iş yaparsam başarı elde ediyorum. Hatta tutku ile girmediğim işler bana büyük bir yorgunluk, üzüntü, sıkıntı ve pişmanlık veriyor. Ben bunu da tecrübe ettim.
Yeniden tutkulu hissedeceğim birtakım fikirler, formatlar olursa tabii ki yeniden yaparım çünkü böyle projelerde aradığım o enerjiyi kendimde bulabileceğim demektir. Nitekim şu anda heyecan duyduğum ve benim bulduğum bir fikir üzerine ekibimizle birlikte oluşturduğumuz bir proje üzerinde çalışıyoruz. Bu kadar söyleyeyim, sürpriz olsun:)
Hilal Hoşgör: Peki tutmaz dendiği için kanala kabul ettiremediğiniz ama sizin projenize çok benzer bir projeyi başka bir kanalda izlediğiniz durumlar yaşadınız mı?
Osmantan Erkır: Yok, öyle bir şey Allah’tan olmadı ama şunu çok yaşadım, hatta üç kere falan başıma geldi. Mesela Kim 500 Milyar İster programından örnek vereyim: Kim 500 Milyar İster’i tüm kanallar reddetti. Kabul edilmesi için çok uğraştım ve tam umudumu kaybettiğim anda, artık yapamayacağım dediğimde ilk götürdüğüm kanallardan biri fikir değiştirdi, uyandı ve çok başarılı oldu. Doğaçlama olan ‘Anında Görüntü Show’ için de ne kadar çok uğraştım ve hiçbir kanala kabul ettiremedim. Bir kanala kabul ettirdim, o da iki bölümde hemen kesti. Sonra Fox’ta başladım çünkü Amerikalı bir yöneticisi vardı ve Doğaçlama konseptinden oluşturulan formatları biliyordu kendisi. Bize bir şans tanıdı ve Anında Görüntü Show ile 100 bölümü geçtik zannediyorum. Bu da bir trend oluşturdu Türkiye’de. ‘Anında Görüntü Show’dan sonra ‘Çok Güzel Hareketler Bunlar’, ‘Arkadaşım Hoş Geldin’ gibi başarılı TV programları yapılmaya başladı. Sahne üzerinde genç oyuncuların performans sergilediği formatlar bunlar.
Bir başka örnek de Pop Star’dır. Pop Star’ı ben kabul ettirmek için çok uzun süre uğraştım. “Şarkı yarışmasını kim seyreder Allah aşkına” denilmişti. Pop Star da trend oldu ama çok uğraşmam gerekmişti. Dediğin şekilde başıma gelmedi ama çok uğraşıp birçok kanaldan olumsuz cevap alıp sonra kabul eden kanalın da çok başarılı olması durumunu birçok kez yaşadım.
Hilal Hoşgör: Sunuculuk yaptığınız programlarda çıkan tartışmalara hep sakin yaklaştınız. Oysa ki Tv’lerde en ufak tartışmaları bile günlerce konuşup gündem yaratma çabası içerisindeler. O günlere geri dönersek, meşhur Bayhan tartışmasına, Pop Star Alaturka’daki başörtülü yarışmacı tartışmalarına şimdi olsa yaklaşımınız değişir miydi?
Osmantan Erkır: Değişmezdi. Demin söylediğim gibi ben hiçbir şeyi para için yapmadığım gibi reyting için de yapmadım. Reyting alacağız diye olmaması gereken bir tartışma ortamı yaratmadım. Hatta bir tartışma varsa uzlaşma yoluna gitmeye çalıştım. Tartışmalar tabii ki yaşanacak, insanlar tartışa tartışa bir sonuca varıyor. Sağlıklı bir sonuca varmak için tartışmak, konuşmak lazım ama buradaki bence püf noktası uzlaşmacı olabilmek. Bir de olumlu bir sonuca yaklaşmak için sadece birisi rencide edilsin, kavga çıksın, reyting alalım tartışması benim yapıma aykırı ve uygun değil. Rahatsız oluyorum. Kavgacı bir insan da değilim. Sokakta bir kavga görürsem de ayırmaya çalışırım. Kavgadan hoşlanan birisi değilim ama olumlu, yapıcı, uzlaşmacı tartışmadan yanayım.
Televizyon öyle bir yere geldi ki, geçenlerde bunu bana biri söylemişti “Televizyon bizi o kadar acılıya alıştırdı ki! Acılı yemeğe. Diziler bol acılı, reality programlarına bakıyorsun onlar da acılı ve seyirci acılı yemeğe alıştı.” Belki de sonsuz bir yere doğru gidiyor bu iş. Yani daha fazla kavga, daha fazla ihanet.
Hilal Hoşgör:İzleyicinin acı eşiği de yükseldi diyebiliriz o halde.
Osmantan Erkır: Tabii ki çünkü bu sefer acıya alıştıkça daha çok acı yiyebiliyorsun, daha fazla acı istiyorsun. Bu kesinlikle güzel bir şey değil. Hatta kendi kendisinin sonunu getirecek bir şey. Benim gördüğüm kadarıyla insanların bizim yaptığımız programları sevmesinin bir sebebi de iyi müzik ve bunun yanında bilgiye ve eğitime verdiğimiz önem olduğunu düşünüyorum. Pop Star’daki yarışmacıların gerçekten iyi eğitim almalarına çalıştık. Bir eleştiri varsa o eleştirinin hakkaniyetli bir eleştiri olmasına çalıştık. Bizim televizyon izleyicimiz her şeyi anlıyor. O kadar çok program izleniyor ki seyirci neyi istediğini iyi biliyor. Neyin iyi, neyin kötü olduğunu hemen anlıyor. Bizdeki samimiyetin de geçtiğini düşünüyorum.
İyi müzik denilince de bir parantez açmak istiyorum, yakın zamanda abim kadar sevdiğim, bizim de orkestra şefimiz olan Selçuk Tekay’ı kaybettik. Büyük bir müzik insanıydı. Onu rahmet ve sevgiyle anıyorum. Türkiye için de büyük bir kayıp oldu.
Hilal Hoşgör: Sizin vesilenizle biz de Selçuk Tekay için Allahtan rahmet yakınlarına baş sağlığı diliyoruz.
Hilal Hoşgör: Çok az bilinen bir ilgi alanınızdan bahsetmenizi isteyeceğim. Siz aynı zamanda tarihe, nostaljiye ve eski objelere meraklı bir koleksiyonersiniz. Tarihin yitip gitmesinden korkarak çoğu belgeyi de muhafaza ettiğinizi biliyorum. Bu merak ve ilgi nasıl başladı?
Osmantan Erkır: Nasıl başladığını biraz anlatayım, daha doğrusu ben ne zaman fark ettim. Şimdi geçmişe dönüp baktığımda eskiden beri topladığımı fark ediyorum. Biriktirme, tutma, atamama gibi huylar bende küçük yaştan başlamış. Mesela küçüklüğümden itibaren karnelerimi, pasolarımı tutmuşum. Arkadaşlarımın defterlerini tutmuşum, onlardan bana hatıra kalsın diye. O zamanlar sakızdan artist fotoğrafları çıkardı onları saklamışım. Bu demek ki benim küçüklükten gelen bir alışkanlığım. Bu biriktirme hissi bana birisinin “şunları topla, iyi olur” demesiyle olmadı, annemde ve babamda böyle bir şey yok. Daha önceden bir röportajımda da söylemiştim, babamın amcası bir hurdacıymış, ben hiç tanımadım. Bayağı hurdacılık yapmış büyük amcam, ben de hep diyorum ki galiba ben bir hurdacının genlerini taşıyorum. Ben de bir anlamda hurdacıyım çünkü kimsenin yüzüne bakmayacağı birçok şeyi ben alıyorum, topluyorum.
Zannediyorum üniversitenin ilk yıllarındaydı, rahmetli Mehmet Ali Birand’ın Adnan Menderes ile ilgili bir belgeseli vardı, Demirkırat. 27 Mayıs darbesiyle ilgiliydi. Bu belgeselden çok etkilendiğimi ve izlerken ağladığımı hatırlıyorum. Sonra o dönemin fotoğraflarını toplamaya başladım. Daha sonra Zeki Müren’i çok sevdiğim için taş plaklarını almaya başladım. Bunlar üniversitenin ilk yıllarında kendini ufak ufak göstermeye başladı ama hiç bilinçli olarak değildi. İzlediklerimden etkileniyordum, ben bu döneme ait eski fotoğrafları nerede bulabilirim diye düşünüp Beyoğlu’na gidiyordum. Sahaf konusunu bile bilmiyordum sonra öğrendim. Yavaş yavaş sahaflarla tanışmaya başlıyorum. Sahaflara gidip gelirken tiyatro afişleri ilgimi çekiyor onları buldukça alıyorum. Dediğim gibi bunları bilinçli olarak toplamıyordum sadece hoşuma gittikleri içindi. Görsel olarak bana hitap ettikleri için topluyordum. Bir de ben üniversiteyi İngiltere’de okudum, o yüzden tatillerde geldikçe, fırsat buldukça alıyordum.
Esas ciddi ciddi biriktirmeye bundan 10 yıl önce başladım. Daha ciddi bakmak, müzayedeleri, mezatları takip etmek gibi. Daha spesifik, daha netleşen konular üzerine toplamaya başladım. Tiyatro tarihi, sinema tarihi, edebiyat tarihi üzerine konular belirledim. Sahaf dostlarım oldu. Sevgili Mehmet, Nedret Bey, Bahtiyar Bey, Lütfi Beyler benim dostlarım oldular. Gerçekten onların sohbetlerinden de çok hoşlandım. Sahaf denen insanın hayata başka türlü bir bakışı olduğunu gördüm. Bu bana çok büyük mutluluk, keyif, huzur verdi. Hayata onlar gibi bakmaya çalışmak. Böyle olunca daha çok içine çekti beni. Ve şimdi artık beni çok mutlu eden bir hobi haline geldi. Hayatımın bayağı büyük bir bölümünü kaplıyor.
Hilal Hoşgör: Eminim hepsi çok değerlidir ama koleksiyonunuzda sizin için en büyük manevi değere sahip parça hangisi?
Osmantan Erkır: Elimde Atatürk’ün imzası olan birkaç parça var. Onlar benim için manevi olarak çok çok değerli. Onları gördüğümde, bulduğumda hissettirdikleri esasında bana başka türlü bir kapı da açmış oldu. Atatürk ile ilgili araştırmalar da yapmaya başladım. YouTube kanalımdaki ‘Antika Adam’ bölümlerinde de yayınladım.
Sonra benim için çok özel olan başka bir konu da Orhan Veli’dir. Çok seviyorum Orhan Veli’yi ve onunla ilgili her şey benim için çok kıymetli. Orhan Veli ile ilgili bulduğum her şeyi imkanlarım dahilinde koleksiyona katmaya çalışıyorum. Tabii ki Nazım Hikmet ile ilgili belgeler. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim beni bu konuda yönlendiren isim Profesör Doktor Haluk Oral. Gerçekten çok örnek aldığım birisidir. Her anlamda hocam ve çok şey öğreniyorum kendisinden. Çok seviyorum ve saygı duyuyorum. Haluk Oral da çok önemli bir koleksiyoner, ondan feyz alıyorum. Benim Haluk Hoca ile tanışmamı sağlayan da yine çok değerli büyüğüm, araştırmacı - yazar, sahaf Nedret İşli Bey'dir. Sunumlarıma zaten hep kendilerine ithaf ederek başlıyorum çünkü beni bu konuda yönlendiren, eğiten, yol gösteren iki değerli isim. Onların ışığında ben de bu yolun başında bir koleksiyonerim.
Hilal Hoşgör: Topladığınız bu objelerle ilgili bir projeniz var mı? Gelecekte tüm objeleri bir araya getireceğiniz sergi açmak gibi planlarınız var mı?
Osmantan Erkır: Tabii ki var. Ben paylaşmaktan hoşlanan bir koleksiyonerim. Bende bu var ve ben bunu kimseye göstermeyeceğim diyen koleksiyonerlerin de olduğunu duyuyorum. Halbuki ben şöyle düşünüyorum; bende bu var, ben bundan çok keyif alıyorum eğer sizin de ilginizi çekiyorsa görmek ister misiniz diyen bir koleksiyonerim ben, çünkü bu işin sonsuz olduğunu görüyorum. Sizdeki bir malzeme bir puzzle’ın tamamlanmamış parçası olabilir, bir başka araştırmacının ya da koleksiyonerin elindeki bir parçayla bütünleşebilir. O yüzden o insanların bu parçaları görmesi ve bilmesi çok önemli. Alıp istifleyip bir yere saklamak iyi bir şey değil, paylaşmak güzel.
Soruna da cevap olarak, bunları sergilemek, kitap haline getirmek, sunumlar yapmak benim amaçladığım şeyler. Şimdilik sunumlarla başladım. Haluk Hoca bunlardan kitap yapmalısın diyor, ben de istiyorum. Eğer kitap yazacak düzeyde bir araştırma yaptığımı hissedersem yapabilirim. Ben utangaç bir insanım, şu anlamda söylüyorum; aman bu çocuk da kitap mı yazmış demesinler isterim. Kitap iyi olmuş denilsin istiyorum o yüzden iyi olacağını düşündüğüm, inandığım, hocalarımın da bana tamam olmuş dediği bir şey olursa tabii ki istiyorum kitap yazmayı.
Hilal Hoşgör: Kitap olursa aklınızda nasıl bir kurgu var? Gerçek ve kurgu karışık bir roman gibi bir kitap mı olur, yoksa tamamen gerçek hikayelerden mi oluşur?
Osmantan Erkır: YouTube kanalımda yaptığım tarz benim hoşuma gidiyor. Antika Adam’da bir mektubun hikayesini anlatıyorum mesela, o mektubu araştırıyorum, kimden kime yazılmış, ne amaçla yazılmış, bu cümleyi kurarken acaba orada o dönemde hangi olaylar olmuş da bunları anlatmış kısmını araştırıp o dönemin bir fotoğrafını çekmeye çalışırım. Bu yaklaşım benim hoşuma gidiyor.
Mesela Atatürk’ün bir tren yolculuğunda imzaladığı bir seyrüsefer cetvelinin hikayesini anlatıyorum. Kimler vardı o yolculukta? Atatürk niye onları vagonuna davet etti? Ne konuştular, o günlerde neler oluyordu? Bu detaylar benim çok hoşuma gidiyor. Eski bir kağıttan yola çıkıp onu hikayeleştirmek çok güzel geliyor. Zannediyorum yine bu minvalde bir şey yaparım. Bir objeden ya da kağıttan yola çıkarak hikayeleştirme kısmı beni daha çok heyecanlandırıyor.
Hilal Hoşgör: YouTube kanalınızda çok keyifli içerikler var. Elinizdeki belgeleri bizlerle de paylaşmanız çok güzel. YouTube için yeni projeler düşünüyor musunuz? Ve YouTube’da sizin takip ettiğiniz kanallar var mı?
Osmantan Erkır: YouTube’da Antika Adam serisine devam etmek istiyorum. Kısa süre sonra yeniden başlayacağım. Kafamda yeni konular var. Röportajlara da ağırlık vermek istiyorum çünkü sözlü tarihin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Çok acımasız bir dünya bu. Bugün varız, yarın yokuz. Allah herkese sağlıklı ve uzun ömürler versin ama yarının garantisi yok ve önemli bilgilere sahip insanlar bu bilgileri paylaşamadan dünyadan göçüp gidiyor. O yüzden elimden geldiğince bu bilgilere ulaşıp kayıt altına almak istiyorum.
YouTube’da izlediğim yabancı birkaç kanal var daha çok kamera, ses ve ışık teknikleriyle ilgili eğitici kanallar. Bunlar benim çok meraklı olduğum konular ve YouTube yenilikleri öğrenmek ve takip etmek için bir hazine. Podcast dinlemeye çalışıyorum, hoşuma gidiyor. Bugünlerde en çok dinlediğim şey sesli kitaplar. Yürüyüş yaparken sürekli roman, hikaye dinliyorum ve eğitici kitaplar dinliyorum. Kendi işlerimle de ilgilenince gün çok kısa geliyor, vakit hızlı geçiyor. Güzel değerlendirmek lazım. Mesela rahmetli Selçuk Tekay’a ben o kadar çok şey anlattırmak istiyordum ki, daha önce konuşmuştuk onunla röportaj yapacağız diye. Yaparız tabi sen bana çok güzel anlattırıyorsun dedi ama bu konuşmamızın üzerinden 7-8 ay geçti, yasaklar, kapanmalar girdi. Ben de erteledim, ertelememek çok önemli. Kaçırıyoruz gidiyor. Her şey geri gelebilir ama insan hayatı geri gelmiyor. İnsanlar bilgileriyle, hikayeleriyle bu dünyadan göçüp gidiyorlar. Bunu kayıt altına alamamak çok yazık çünkü bunları dinleyecek ondan yararlanabilecek o kadar çok kişi var ki. O yüzden bunlara takmış durumdayım kafayı. Daha çok üretmek istiyorum.
Hilal Hoşgör: Siz böyle söylediğinizde aklıma geldi. Bir yazarın kitabında geçiyordu; Zincirlikuyu mezarlığının önünden geçerken düşünüp ‘’Hiç Yazılmamış Kitaplar Mezarlığı’’ benzetmesini yapıyordu. Herkes ayrı bir hikaye.
Osmantan Erkır: Çok doğru ve bunları kayıt altına almak çok önemli.
Hilal Hoşgör: Tiyatroya da desteğiniz büyük. Pandemi öncesine kadar ‘Anlatsam Film Olur’ isimli doğaçlama tiyatro oyununda yer alıyordunuz. Aynı zamanda Sahne Beşiktaş’ın da kurucususunuz. Pandemi döneminde devletin tiyatrolara olan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Normale döndüğümüz zaman ‘Anlatsam Film Olur’ tekrar devam edecek mi?
Osmantan Erkır: Evet, ‘Anlatsam Film Olur’ devam eder. Biz onu düzenli oynamıyorduk ama çok tatlı bir ekibimiz var ve birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz, eğleniyoruz. Zannediyorum her şey yoluna girdiğinde yeniden başlarız.
Ben Sahne Beşiktaş’ın kurucularından biriyim, biz sahneyi babam Uğur Erkır ile birlikte kurduk. Ben devletin bu politikalarını açıkçası çok yakından takip edemedim. Şunun tabii ki farkındayım; tiyatrolar zaten çok zorlanıyorlardı bunu biliyorduk. ‘Rahat rahat tiyatro yapıyoruz, iyi kazanıyoruz’ diyen özel tiyatro ben duymadım gibi bir şey. Zaten tiyatro denilen bu sanat dalı çok büyük zorlukla ayakta kalıyordu, pandemi de son darbeyi vurdu. Tabii ki pek çok sahne sanatları dalında olduğu gibi, müzik camiası gibi örneğin, tiyatro da çok büyük bir darbe yedi. Nasıl toparlanacak bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki tiyatro, sahne sanatları dünyanın bir çok gelişmiş ülkesinde bile büyük sponsorluklarla yaşayabiliyor. Yani Londra’daki West End’e bile çok büyük sponsorluklar ve destekler var. İngiltere’nin birçok büyük kuruluşu vakıf haline gelerek bu tip sanat kuruluşlarına yardım ediyorlar ve bilet fiyatları da pahalı tutuluyor. Yüksek bilet fiyatları, yardımlar, devletin desteği, belediyelerin desteği ile ayakta durabilen bir sanat dalı tiyatro. Türkiye’de ise mucizevi gidiyor her şey, yani buraya kadar mucizevi bir şekilde gelebildi. İnşallah bundan sonra da hayatını sürdürebilir ama çok büyük darbe aldığı aşikar.
Ben futboldan anlamam, dün BBC’de bir habere baktım, uzun bir aradan sonra ilk defa seyircili oynanmış maçlar. BBC’nin muhabiri de sunarken dedi ki “futbol seyircili stadyumda oynandığında futbol oluyor, keyfi oluyor.” Tiyatro için de aynısı geçerli. Seyircisiz bir tiyatro oyununun eksik bir yanı var. Pandemi döneminde online yapılmaya başlandı ama benim gördüğüm kadarıyla onun tadı aynı olmuyor. O tiyatro salonunda ışıkları kapatıp, cep telefonunuz kapalı şekilde sahnedeki insanları görmek başka bir şey. O yüzden tiyatro yaşayacaksa yine sahnede yaşayacak ama yaşatmak için de sadece bilet satışı ile olmaz bu işler. Devletin, özel kuruluşların, belediyelerin ki belediyeler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Şehir Tiyatrolarını özel tiyatrolara açarak destek vermeye çalıştığını görüyoruz. Tiyatro ancak daha fazla destekle yaşayacak. Tiyatro sadece biletle ve seyirci ile yaşayabilecek bir sanat dalı olmaktan çoktan çıktı, ama mucizevi bir şekilde, fedakarlıklarla bu günlere gelebildi.
Bizim tiyatro salonumuz olduğundan biliyorum ki hiçbir zaman salondan para kazanmadık, hep cepten verdik. Böyle olmak zorunda değil, umarım daha iyi şartlara sahip olur.
Hilal Hoşgör: Son olarak Anlık gündeminiz nedir?
Osmantan Erkır: Şimdi seni güldüreceğim ???? Anlık gündemin anda olmak! Bugünlerde düşündüğüm bir konu. Geçmiş ya da gelecekle yaşamak meselesi insanı yoran bir şey. Anı yakalamak, anı düşünmek, anda olmanın ne kadar önemli olduğunu yavaş yavaş keşfediyorum. Anda olmaya çalışıyorum. Geçmişteki güzel ya da kötü günlere takılmamak, gelecekte de ne olacak endişesine takılmamak, anı güzel yaşamanın çok değerli olduğunu, burada olursak, buraya konsantre olabilirsek her şeyin daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Bu yüzden derginizin ismi de bence çok güzel. Umarım sağlıklı geçirdiğimiz her anın ne kadar değerli olduğunu idrak edebiliriz.
Bunların dışında ülkenin gündemi inanılmaz yoğun ve gergin. Bunu görmemek, görmezden gelmek, yok saymak mümkün değil. Birazcık düşünen, aklı olan, etraf ile ilgisi olan herkes ne kadar zor ve gergin bir dönemden geçtiğimizi görmemesi mümkün değil. Tüm bunlar tabii ki kafamızı kurcalıyor. Ben yine de iyimser olmaya çalışıyorum. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki önce denizlerimizdeki müsilaj sonrasında yangınlar, seller, göçler çok şey anlatıyor bize. Doğanın bizlere arka arkaya mesajlar verdiğini düşünüyorum. Pandemiyle verdi, müsilaj ile, yangın ile, sel ile mesajlar yağıyor da biz alabiliyor muyuz emin değilim. Artık doğa bize kendinize gelin diyor, silkeliyor. Ne zaman kendimize geleceğiz ve anlayacağız? Bu kadar vurdumduymaz ve bilinçsiz yaşamak artık olmuyor, bunu doğa kaldırmıyor. İşte bize doğadan gelen bütün bu mesajlar, insanın çok aç gözlü olduğunu, düşüncesiz olduğunu yüzümüze vuruyor. Tek bir yerde değil, hayatımızın birçok yerinde büyük yanlışlar yaptığımızı görmemizi sağlayacağını umuyorum. Daha bilinçli olmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben bunları söylerken çok mu bilinçliyim, her şeyi çok mu doğru yapıyorum? Belki hayır ama doğanın mesajlarını almaya ve hatırlamaya çalışıyorum. Beni anlayacağını düşündüğüm insanlarla bunları konuşmayı, fikir alışverişi yapmayı onların düşüncelerini almaya çalışıyorum. İnşallah daha bilinçli olacağız çünkü dünya mesajlarını çok net veriyor.
Hilal Hoşgör: Kesinlikle haklısınız, üst üste pek çok doğa felaketi yaşıyoruz ve sessiz kalmaya devam ediyoruz. Bahsettiğini gibi müsilaj konusu bile ekosistemi alt üst edecek bir felaket olmasına rağmen çok sakiniz ve sessiziz. Sizce de öyle değil mi?
Osmantan Erkır: Neden biliyor musun? Çünkü acılıya alıştırıldık. Doğanın her mesajı bizleri çıldırtması gerekirken, kendimizi sokaklara atasımız gelirken sadece inşallah geçer diyoruz, alışıyoruz. Yine de iyi şeyler olacak, insanların giderek bilinçlendiğini de düşünüyorum. Daha çok okuyoruz, kayıtsız kalmıyoruz. Kendim için söyleyeceğim, eskiden daha fazla su harcıyorsam şimdi daha idareli kullanmaya özen gösteriyorum. Elektriği daha az kullanmaya çalışıyorum. Belki bunların bireysel anlamda çok etkisi yok ama küçük küçük bu bilinç yayıldıkça o zaman bunun bir etkisini göreceğimize inanıyorum. Z kuşağıyla ilgili de bunu çok duyuyorum, daha duyarlı bir kuşak olduğu dile getiriliyor. Daha çevreci, hayvan haklarına duyarlı. Belki hakikaten Z kuşağı bizlerden daha ümit verici olacak, zaten dünyayı daha yaşanılır kılmak için çabalamaları gerekecek.
Belki hakikaten Z kuşağı bizlerden daha ümit verici olacak, zaten dünyayı daha yaşanılır kılmak için çabalamaları gerekecek.
Röportaj: Hilal Hoşgör