13. Sayı / 5. Kısım
ÖTEKİNİ TANIMLARKEN
KENDİMİZİ
UNUTMAYA
BAŞLADIK
Temel Problem: Fikri Fakirlik
Genel Yayın Yönetmenimiz Atıl Ünal yazdı
TV8’de yayınlanan Masterchef Türkiye programının Afrika’da su kuyusu açtığı bölümü gördüm. Ülke, iş, aile gündemi derken içinde kaybolduğumuz hayatın ne kadar lüks olduğunu bir kez daha fark ettim. Afrika’da suya ulaşan çocukların, kadınların, adamların halini görmek dünyadaki eşitsizliği bir kez daha yüzüme çarptı. Peki buna neden çözüm bulamıyoruz? Masterchef ekibi gidip bir kuyu açmış, ne de güzel yapmış. Ama bu yayını yapmak için harcadığı para muhtemelen 3 kuyu daha açar. Ya da o yayının reklam kuşağına verilen para 10 kuyu daha açabilir. Ama bize tek bir kuyu üzerinden helal olsun demek yetiyor. Peki Afrika’daki insanlara yetiyor mu?
Neden bir araya gelip, uzlaşıp bir çözüm bulamıyoruz?
Kesinlikle Masterchef ekibini eleştirmiyorum, hatta takdir ediyorum. Bir adım atmışlar, unutmak istediğimiz bir gerçeği hatırlatmışlar bize, gözümüze soktular hatta, iyi ki de soktular. Bir süredir dünyanın geldiği durumla ilgili notlar alıyordum. Binlerce yıllık insan varlığında, iletişim bu kadar kolaylaşmış, herkes tüm bilgiye erişmişken, yanlış anlaşılmaların bu kadar fazla olmasına anlam vermeye çalışıyordum. Her konuda ilerleme kat eden bir dünya hala neden savaşıyor? Trump-Biden geçişi ne ifade ediyor? Orta doğu denklemi değişiyor mu? Ulus devletler dönemi mi bitiyor? Özgürlük nedir peki? Afrika’da herkese yetecek kadar su kuyusu açacak parayı ayıramıyor muyuz kenara? Sahi kaç para ki toplam gereken? Bu sorulara cevap verilmiyor, verilse de kimse aynı cevabı vermiyor. Neden bir araya gelip, uzlaşıp bir çözüm bulamıyoruz?
Kendini yeniden üretmek
Hayatı yaşayabilmek için kendimizi yeniden üretmemiz gerekiyor. Felsefi tabirlere girmeden anlaşılır şekilde aktarmaya çalışayım, bu yeniden üretimi zihinsel bir yeniden üretim olarak okuyun lütfen. Yani her sabah yeni güne başlarken şevkle kalkıp ilerleyebilmek için, yukarıda sorduğum soruları sorup kafamızı bulandırmamamız gerekiyor. Ya da bu sorulara kendimize ait cevaplarımızın olması lazım, ki bu sorunları görmezden gelmemize ikna olalım. İkna zor tabi, o yüzden bunun en kolay yolu da unutmak, ya da hiç öğrenmemek.
Öğrenmemek en kolayı, apolitik tanımı örneğin, siyaseten öğrenmeme olarak tanımlanabilir. Siyasi gündemi takip etmezseniz, oradaki tartışmalara dair dertlenmeniz gerekmez. Unutmak ise biraz daha farklı, bildiğiniz bir şeyi bilinçli olarak unutmak çok da mümkün değil. O yüzden tercihinizi haklılaştıracak şekilde başka şeyleri kendi kendinize daha fazla tekrarlayarak unutursunuz. Karışık oldu sanırım. Açmaya çalışayım.
Coca Cola bugüne kadar hakkında en çok olumsuz haber çıkan gıda ürün. Saymaya gerek yok ama, şeker deposu dendi, zararlı ve hatta zehirli olduğu yönünde bilimsel, dedikodu düzeyinde veya viral videolarla birçok haber çıktı. Kola satışını yasaklayan ülkeler bile var dünyada. Ama kola hala dünyanın en çok satan içeceği. Bunun tek açıklaması kola ile ilgili okunan bu olumsuz haberlerin unutulması. Başka bir deyişle, yok sayılması. Buna bilinçli cehalet de diyebilir birisi. Ama bunu bilinçli olarak yapmıyoruz, bilinçaltımızla alakalı bir durum. Kolanın reklamlarda bize vaat ettiği eğlenceli hayatı, lezzet vaadini öne çıkarmayı tercih ediyoruz. Bu bizim kendimizi kola içmeye devam etmeye ikna emenin bir yolu.
Coca Cola bugüne kadar hakkında en çok olumsuz haber çıkan gıda ürün.
Tavuk hakkında çıkan dedikodular da aynı şekilde, doğru veya yanlış bu dedikoduları yok varsaymayı seçiyoruz, çünkü tavuk eti ucuz ve bizim bu fiyata ulaşacağımız başka proteinimiz yok. Ayrıca dedikodular da tam bu yüzden maddi açıdan sıkıntısı olmayanlara fahiş fiyata sözde organik tavuk eti satmak için kullanılıyor. Yani unutmak için bir sebebi olmayanlar üzerinde etkili aslında dedikodular, bilgiler, fikirler. Doğru olmasa da.
Kimse taşın altına elini sokmuyor, iyi ki Haluk Levent var, ahbaplar var seviyesinde kalıyor. Çünkü çözüm üretmek değil, pozisyon almak yeterli geliyor.
Afrika konusunda da durum aynı. Afrika’dan gelen mücevherleri takarken Afrika’daki yaşamdan haberi olmayan kişi, henüz durumu öğrenmemiş durumdadır. Ama bir kere öğrendikten sonra, hayatına devam edebilmesinin tek yolu bunu unutmasıdır. Unutmak mümkün olmadığı için de kendini yeniden üretmesi, zihninde kendini bu eşitsizliğe ikna etmesi gerekir. Var olan yardım organizasyonlarının en temel amaçlarından biri de budur aslında. Birilerinin, hatta bir parça bağış yaparak kendimizin, oradaki insanlar için gerekeni yapıyor olduğunu bilmek yeterli gelebiliyor.
Bu yaz yaşadığımız yangında da, bir kesim devletin gerekeni yaptığını düşünüyor, düşünmek istiyor çünkü aksi durumda taşın altına elini koyması lazım. Bir kesim ise yapmadığını düşünüyor ama onlar da taşın altına elini sokmuyor, iyi ki Haluk Levent var, ahbaplar var seviyesinde kalıyor. Çünkü çözüm üretmek değil, pozisyon almak yeterli geliyor. Herkes kendi açısından düşünüyor, bir suçlu bir de haklı yaratıyor zihninde, en kolay yoldan tarafını seçiyor, kendini yeniden üretiyor, oh ne güzel hayat.
Benciliz;
Kişisel, kentsel, ülkesel, insansal, evrensel, her boyutta benciliz...
Sadece yüksek siyaset açısından veya toplumsal olarak değil, gündelik hayatta da aynı şeyi yaşıyoruz. Kendini yeniden üretmede bu varoluşsal konular dışında, fikirsel tercihlerin de haklılaştırılması gerekir. Örneğin ilişkinizde sorun yaşıyorsanız, başka ve daha kötü bir ilişkideki şiddeti konuşarak kendinizi kabullenilir görürsünüz. Halinize şükredersiniz. Dedikodunun bir amacı da budur. Başkalarının hayatlarını konuşuruz, çünkü onların yaptıklarını konuşurken kendi pozisyonumuzu haklılaştırırız. Bencillik değil mi? En temelinde benciliz zaten, insanlığın en büyük problemi bu. Mikroda birey olarak, sonra mahalle sonra ülke, sonra kıta, ne büyüklükte olursa olsun benciliz.
Bencillik yapıyorum. Bunu bilinçsiz yapıyorum, en azından kendime bunu bilinçsiz yaptığımı söyleyerek kendimi yeniden üretiyorum.
Aile içinde yaşadığımız sorunlarda da benciliz. Ben bencilim mesela, kendi konforum üzerinden ilerliyorum. Bunu bilinçsiz yapıyorum, en azından kendime bunu bilinçsiz yaptığımı söyleyerek kendimi yeniden üretiyorum. Ama bir yandan da bunu yaptığımı biliyorum. Bunu bana kendimden başka biri söylediğinde ise başka bir gerçeğe sığınıyorum, örneğin günün stresine, geç yatmış olmaya, yine işteki yoğunluğa veya başka bir şeye. Aslında diğer konuyu unutmaya çalışıyorum.
Burada daha tehlikeli bir durum da ortaya çıkıyor. Kendini yeniden üretip haklılaştırmak için karşındakini kullanmak. Karşındakini tartışmak, onu suçlamak, onu ötekileştirmek, kendini öteki üzerinden tanımlamak, kendini gündemden çıkarıp unutmak. Tabi ki bu karşılıklı, ilişkideki durumu bunun ne kadar farkında olunduğu belirliyor. Farkında olmamak en iyisidir belki, ya da değildir.
Kendini yeniden üretip haklılaştırmak için karşındakini kullanmak çok tehlikeli bir durum.
Kendini yeniden üretmenin belki de en temelinde unutmak yatıyor. Ama en sonunda gelinecek nokta ise kendini unutmak. Yaşımız ilerledikçe, veya toplumsal düzeyde tarihe dönüp baktıkça, unutmamız gereken şeylerin sayısı da artıyor. Bu da sadece belirli noktaları değil, tamamını unutmak gereğini doğruyor. Dediğim gibi unutmanın farklı yolları var. “Şanlı tarihimiz” söylemi ile olumsuzlukları inkar da bir yol, “tarihimizle hesaplaştık, gerekirse özür de diler tazminat da öderiz” söylemi ile şeffaflık da bir yol. Şeffaflık unutmamak gibi okunur ama emin olun, orada da her şey şeffaf değildir. İtirafçı olmak gibidir, bir mecburiyettir aslında, unutmak/unutturmak için kabul etmektir.
Yeni milenyumun hastalığı: Kendini öteki üzerinden tanımlamak
Dediğim gibi, deneyim sayısı arttıkça, unutacak şey sayısı da artıyor ve tamamını unutmak gerekiyor, gündemi değiştirme ihtiyacı doğuyor. Bu da kendinizi karşıdaki üzerinden tanımlama ihtiyacını doğuruyor. Çünkü karşıdakini konuşmak daha kolay. Karşınızda biri yoksa da yaratırsınız, sorun yok. Sonuçta etrafınızda birileri var, size karşı bir şey söylemiyorsa bile, sizin herhangi birinin yaptığı herhangi bir şeyi bu şekilde değerlendirmeniz her zaman mümkün. Yine karışık oldu sanırım, açıklamaya çalışayım.
Çünkü karşıdakini konuşmak daha kolay.
Müslüman, kendi dinine dair bir şüpheyi unutmak için, İncillerin değiştirildiğinden dem vurur. Kapitalist, sürekli sermaye biriktirme fikrinin tıkandığı noktada, komünizmin sermaye düşmanı ekollerinin yıkıcılığını anlatır. Daha somut toplumsal örnekler vermek gerekirse; çocuk tacizi ile suçlanan tarikat liderini unutmaya çalışan dindar, 28 Şubat’tan dem vurur; başörtülülerin üniversitelere alınmadığı dönemi unutmaya çalışan laik, Menemen’den. Herkesin kendince haklı olduğu bir yön vardır. Daha da mikro örnek vermek gerekirse, eşine saygısızlık ettiğini unutmak isteyen adam karısının onu suçlamasından dem vurur. Gelinine saygısızlık eden kayınvalide, oğlunu korumak istediğine sığınır, oğlu ise babasının ettiği lafa, günahsız gelin ise ortada.
Fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmamız gerekiyor ve şu anda ülkede “fikri fakirlik” yaşıyoruz.
Peki hiçbirini unutmazsak ne olur? Kendimizi yeniden üretmenin bir yolu yok mu? Olmalı. Çünkü unuttukça, analiz kabiliyetimizi yitiriyoruz. Mesela ailevi tartışmaları unutmak en iyisi değil mi? Değil, unutulmuyor aslında çünkü bunlar, sadece herkes kendi zihninde farklı şekilde kapatıyor, kendi bencilliği içinde. O bencilliği bırakabilmek için unutmamak lazım, kolay değil tabi. Ama aksi durum her şeyi yok etme noktasında doğru gidiyor, buradan çıkış olmadığı kanaatindeyim. Her şeyi unutuyoruz, unutmak için çabalıyoruz ve aslında deneyim kazanamadan ilerliyoruz. İyi şeyleri de unutuyoruz, yeter ki o an için haklı çıkalım.
Fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmamız gerekiyor ve şu anda ülkede “fikri fakirlik” yaşıyoruz. Aslında tüm dünyada da durum böyle, lakin dozu itibari ile örneklendirmek daha kolay olduğu için Türkiye’den ve günlük hayattan örnekler veriyorum. Türkiye’de bu durum, toplumsal kutuplaşmayı da iyice körükledi, sosyal medya ve özellikle Twitter ise cehaleti arttırdı.
Yaşanan durum, LGBTi mücadelesini fikri fakirlikten muzdarip isimlerin eline bırakıyor.
Fikri fakirlikten kastım bir konuda söyleyecek bir fikrinizin olmamasıdır. Söyleyecek bir şeyiniz olmadığında da, kendinizi ifade etmek için kendinizi öteki üzerinden tanımlarsınız. Ki fikriniz varsa bile ikinci yol daha kolaydır, emek vermenize gerek yok.
Örneğin LGBTi konusunda küçük bir kesim komple reddiye yapıyor. LGBTi bireyler de hak ve özgürlük mücadelesi veriyor. Ancak arada kalan kesim, reddiye yapan kesimin karşısında kendini konumlamak adına pozisyon alıyor. Aslında LGBTi konusunda kendisi çok da özgürlükçü değil, ama şu anda kendini orada tanımlamak işine geliyor ve hemen karşısında ötekiler yaratıyor. LGBTi karşıtı kitleyi politik olarak iktidara oy veren oranda, %50lerde tanımlıyor ve kendisini de onların karşısında. Peki bunu yaparken LGBTi hakları için verilen mücadelenin ne kadar farkında, bugüne kadar ne yapmış, bırakın LGBTİ bireyleri, kadına şiddet veya tecavüz davalarından yargılanan kendi kesiminden insanları afişe etmiş mi mesela? Ben LGBTi karşıtı kesimin kesinlikle %50’den daha fazla olduğunu iddia ediyorum, homofobi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de %90ların üzerindedir. Ama kendini öteki üzerinden tanımlama ihtiyacı gereği LGBTi mücadelesinin gerçekleri değil, başka bir gerçeklik konuşuluyor. Bu da aslında LGBTi mücadelesini fikri fakirlikten muzdarip isimlerin eline bırakıyor. Sanki %50 destekleri varmış gibi yapılıyor, halbuki o mücadelenin ana eksenindeki sorunlar aynen duruyor. Yazık oluyor, kullanılıyor o mücadele, kendini yeniden üretmeye çalışan muhalefetin yüzeysel oyuncağı oluyor.
Unutma pratiğinin tek yolu olmaya başladı ötekileştirmek ve kendini öteki üzerinden tanımlamak.
Kürt sorununda da durum aynı, 35-40 senedir sorunun çözümü yerine, devletin, iktidarların, partilerin kendini tanımlamak için bir ötekine ihtiyaç duyması, sorunu iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor. Milli olmak konusunda yaşanan sıkıntıları unutmak için, ötekine karşı mücadele ile kendini tanımlıyor devlet dönem dönem. Tabi aynı durum tersinden de geçerli, Kürt halk hareketi ile terör arasındaki unutma pratiği de “aydın” kesim için başlı başına bir sorun.
Laik-laikçi, dindar-dinci ayrımlarının entelektüel seviyede televizyonlarda tartışıldığı 90’lardan sonra, bugün geldiğimiz noktada fikri hiçbir şey konuşulmuyor. Sürekli kendini öteki üzerinden tanımlayan bir siyaset var. Ama toplum da aynen bu şekilde. Unutma pratiğinin tek yolu olmaya başladı ötekileştirmek ve kendini öteki üzerinden tanımlamak. Öyle ki, aile içinde bile başkasını yapamaz hale geldik. Büyük tespitlere gerek yok, çok hayatın içinden bir örnek vereyim, evde sizden bir şey isteyen kızınıza “bir kere de sen bana getir, ben bütün gün çalışıyorum zaten” diyorsanız onu ötekileştirip kendinizi onun için kendini feda eden baba olarak yeniden tanımlıyorsunuz demektir. Veya kendi anne babanızın sizde yarattığı travma için eşinize, “ama sen de beni anlamıyorsun” diyorsanız, kendinizi unutup, onu ötekileştirerek anlayışsız eş ilan ediyorsunuzdur.
Bunun için de bilgi sahibi olmamız gerekiyor, bazı şeyleri göz ardı edebiliriz ama her şeyi göz ardı edemeyiz.
Sevdiklerimiz pahasına kendimizi yeniden üretmek
Unutmamak lazım! Tabi ki unutmayarak kendimizi yeniden üretmeyelim demek istemiyorum. Bazı şeyler yaşamı imkansız kılacağı için ön plana alınmamalı, tartışmalar kapatılmalı ki ileri gidilebilsin, ama fikir temelinde tartışma yapılmalı. Bunun için de bilgi sahibi olmamız gerekiyor, bazı şeyleri göz ardı edebiliriz ama her şeyi göz ardı edemeyiz.
Maksat kendini yeniden üretmenin kolay yolunu bulmak olmamalı. Doğru yolunu bulmak olmalı. Doğru yolu bulmak kolay mı peki? Değil. Ama kolay değil diye maça çıkmayan futbolcu kulağa ne kadar saçma geliyorsa, kolaya kaçmak da o kadar saçma gelmeli. Fikirler ortaya konmalı. Şu an hayatımdaki hiçbir alanda, ortada fikri bir kelam yok, basit taraflar yaratma fırsatları kollanıyor sürekli. Derinlemesine tartışma yapamayacağımız için yüzeysel düşmanlar yaratıyoruz her daim. Esas sorun da çoğumuzun bunu bilinçsiz yapıyor olmamız. Farkında bile değiliz.
Biz ise şu anda kendimizi yeniden üretmek için kestirme yol açmak adına tüm ormanı kesiyoruz, sevdiklerimiz pahasına.
Biz bilinçsizce unutuyoruz. Bilinçli bir şekilde unutturmayı becerenler de var, onları da takdir etmek lazım. Ak Parti bir dönem bunu gayet bilerek yaptı, bir algı yarattı ve kazandı. Hitler de bunu bilinçli yaptı, ne yaptığını biliyordu, bile isteye Yahudileri ötekileştirdi, siyasi ve toplumsal bir plan gereği idi. Atatürk de aynısını yaptı aslında, emperyalist düşmanı ötekileştirip Türk milletini yarattı, ama bu örneklerin hepsinin fikirsel bir amacı vardı. Buna katılanlar da fikri konuyu da sorguladılar o dönemde.
Biz ise şu anda kendimizi yeniden üretmek için kestirme yol açmak adına tüm ormanı kesiyoruz, sevdiklerimiz pahasına. Ne için? Kendimizi yeniden üretip daha verimli çalışabilmek için. Bundan vazgeçmezsek, aydın refleksi geliştirmezsek, bu gidişle yarın ortada uğruna çalışacağımız hiçbir şey kalmayacak; ne dünya, ne ülke, ne millet, ne aile, ne eş.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
SANATTAN NE HABER
- HEPSİBURADA’NIN YENİ SANAT PLATFORMU HEPSİSANAT İSTANBUL’DA!
5 -10 Ekim tarihleri arasında Tersane İstanbul’da yapılacak 16. Contemporary İstanbul, CI ve Hepsiburada’nın uzun süreli iş birliğinin ilk adımı olarak düzenlenen Akrasia temalı sergiye ev sahipliği yapacak. Küratörlüğünü Contemporary Istanbul Vakfı ekibinin üstlendiği sergide 14 kadın sanatçının eserleri yer alacak ve sergiden elde edilen gelir Tohum Otizm Vakfı’na bağışlanacak.
- BOĞAZİÇİ FİLM FESTİVALİ'NDE JÜRİ ÜYELERİ BELLİ OLDU
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün katkıları, TRT’nin Kurumsal İş Ortaklığı ve Global İletişim Ortağı Anadolu Ajansı'nın destekleriyle; Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl 23 – 30 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek olan 9. Boğaziçi Film Festivali'nin Kısa Kurmaca ve Kısa Belgesel film yarışma filmlerini değerlendirecek jüri üyeleri belli oldu.
Yılın En İyi Kısa Kurmaca Filmlerini Eylem Kaftan, Mahdi Fleifel ve Murat Uğurlu Seçecek!
- MÜZİĞİN EN İYİLERİ EKİM AYINCA CRR’DE
Yeni sezonda müziğin her türüne ev sahipliği yapacak olan CRR Konser Salonu’nda caz konserlerinin ilki 11 Ekim’de. Uluslararası caz sahnelerinin aranan gruplarından biri olan Danny Grissett Quartet müzikseverlere unutulmaz bir akşam yaşatacak. Geniş bir hayran kitlesine sahip olan ve 60'lardan bu yana caz dünyasına giren en yaratıcı piyanist olarak değerlendirilen Brad Mehldau ise uzun bir aranın ardından üçlüsüyle birlikte 30 Ekim'de CRR sahnesine konuk oluyor.
- CROSSROADS ULUSLARARASI KISA FİLM FESTİVALİ SİNEMASEVERLERLE BULUŞUYOR
Dünyanın en büyük üçüncü sivil toplum kuruluşu olarak bilinen JCI (Junior Chamber International-Uluslararası Genç Liderler ve Girişimciler Derneği) İstanbul tarafından 14 yıldır BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri kapsamında düzenlenen festival bu yıl özel "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" temasıyla gerçekleşiyor. Finalist filmlerinin gösterimi 1-14 Ekim tarihleri arası Tasarım Atölyesi Kadıköy'de ücretsiz olarak izlenebiliyor.