23. Sayı / 3. Kısım
BUNLAR HEP PR…
Yazan: Öğretim Görevlisi, Yapımcı-Yönetmen Sinem İnce
PR (Public Relations / Halkla İlişkiler) herkesin bildiği ama kimsenin de tam olarak bilmediği bir alan. Sektör profesyonellerinin tanımı için birbiri ile iddialaştığı, Wikipedia’dan baktıkları tanım karşısında ikisinin de konuyu değiştirme hızına şaşırdığım bir seviyede hem de. Bilgi eksikliği, kafa karışıklığı olsa da, herkesin hemfikir olduğu nokta önemli. İçinde bulunduğumuz iletişim çağında, özellikle pandemi sürecinden sonra, ne olduğu konusu iyice önem kazandı. O zaman gelin bakalım nedir bu PR?
Üniversite sınav sonuçları açıklandığında “Halkla İlişkiler bölümünü kazandınız” haberini alan pek çok gencin evinde, aile fertlerinde, eş dost arasında genelde aynı sorular yükselir. İlk soru “Şimdi sen ne olacaksın?” olur. Sonrasında “Halkla ilişkiler nedir peki?”, “Ne iş yapacak sizin evlat?” “Mesleğin ne olacak?” soruları peş peşe gelir. Bölümü isteyerek seçen genç kendisini, tebrikleri kabul edip tüm bu sorulara sakin sakin açıklama yaparken bulur. Halkla ilişkilerin ne olduğunu karşısındakilere tek tek anlatmaya başlar.
Peki bu sorular sadece üniversite sınavını kazanmış gençlerin evlerinde mi duyulur? Maalesef hayır. Pek çok işletmede, kurumsallaşma sürecini başlatmaya karar veren yapılarda da benzer sorular, bu kez toplantı salonlarında yükselir. Halkla ilişkiler profesyonelleri ise, en ince detayına kadar halkla ilişkiler alanını, pazarlama ve reklamla olan farkını, PR’ın kurumun bugününe ve geleceğine neden en iyi yatırım olduğunu anlatırlar.
Günümüzde sosyal medyanın etkisi ile halkla ilişkiler hakkında eskiye oranla biraz daha fazla fikir sahibiyiz. En azından bir sorun karşısında “kriz iletişimi”, güzel bir gelişmeyi duyurmak için “medya ilişkisi” ihtiyacı nihayet keşfedilmiş durumda. Genellikle halkla ilişkilerin bu iki çalışma alanını içerdiği düşünülse de çalışma alanı, tanımı, etkisi çok daha derin.
Uluslararası alanda PR sektörü hızla gelişiyor. 2023 yılı verilerine baktığımızda en iyi 250 PR şirketi listesinde ilk beşte yer alan şirketlerin büyüme oranı sektörün gelişimini ispatlıyor.
PR sektörü pandemiden sonra hızla toparlanmaya başladı. Halkla ilişkilerin önemi pandemi döneminde somut olarak kendisini gösterdi. Kurum içerisinde çalışanlarıyla, iş ortaklarıyla, tüketici kitlesiyle güçlü bağ kuran, itibarını iyi yöneten, toplumsal faydaya odaklanan ve küresel iklim krizine karşı dersini önceden çalışan markalar süreci daha az hasarla atlattı. Bu süreçte dijitalleşmenin etkisiyle her şey göz açıp kapayıncaya kadar değişti. Yeni kavramlar hayatımıza girdi. Var olan disiplinler birbirine entegre oldu. Hedef kitleler yeniden tanımlanmaya başladı. Tüketici kavramı bile değişti. Yerine marka elçisi geldi.
İletişim profesyonellerine ise tüm tanımları disiplinleri tekrar gözden geçirmek gibi büyük bir sorumluluk yüklendi. Çünkü dijitalleşme içerisindeki en kilit kelime yine iletişim.
Halkla ilişkiler lehine tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, gelin görün ki; halkla ilişkilerin tanımını yapmak, reklamla aynı olmadığını anlatmak gerekliği değişmiyor. Netleşme ihtiyacı devam ediyor. Tabii halkla ilişkilerin 470’ten fazla tanımının olması da ne olduğunun anlaşılmasını biraz zorlaştırıyor. Bir de bu duruma kötü örneklerin yarattığı negatif durumların etkisini eklersek, işler iyice karışıyor. Manipülasyon, kitle yönetimi gibi olumsuz pek çok tanım halkla ilişkilerle beraber anılıyor.
En kabul gören tanım Rex Harlow’a ait. 1970’li yıllarda 65 uzmandan elde ettiği 400’den fazla tanımı birleştiren Harlow’a göre;
“Halkla ilişkiler; organizasyon ile ilgili çevreleri arasında karşılıklı iletişimi, anlaşmayı, kabulü ve iş birliğini sağlayıp sürdürmeye yardımcı bir yönetim fonksiyonudur. Bu fonksiyon, kamuoyu hakkında yönetimin bilgilendirilmesi, yönetimin kamuya karşı sorumluluklarının neler olduğunun saptanması ve çevrede meydana gelen değişmeler konusunda yönetimin uyarılması görevlerini de kapsar ve bu görevler araştırma ve iletişim teknikleri kullanılarak yerine getirilir.”
Bir örnek üzerinden Harlow’un tanımını test edelim. Child Focus’un hazırladığı “Bring Them Back” (Onları Geri Getirin) kampanyasına bir bakalım.
Kayıp çocukları bulmak ve önlemek için çalışan sivil toplum kuruluşu Child Focus, medyanın ilgisi azalsa da kayıp çocuklar için her zaman bir umudun olacağını göstermek için, bundan 7 yıl önce bir halka ilişkiler kampanyası düzenledi. 20 yıl önce kaybolan Liams Vaden Branden’in resmini taşıyan 1 milyon adet 2 Euro’luk madeni para, Avrupa Birliği üyesi 19 ülkede dolaşıma sokuldu. Bu çalışma o yılın en iyi PR kampanyası ödülünü kazandı.
Aradan geçen 7 yıldan sonra “Bring Them Back” (Onları Geri Getirin) başlığıyla kampanyanın devamı geldi. Hem de kayıp çocuklar tüm dünya gündeminde iken. Child Focus, bu kez 2016 yılında dolaşıma giren 2 Euro’luk madeni paraların bağış olarak kendilerine geri gönderilmesini isteyerek, kayıp çocukların bulunması için faaliyet gösteren derneğin çalışmalarının devamı için en ufak desteğin bile ne kadar önemli olduğuna dikkat çekti. Aynı zamanda “Onları Geri Getirin” diyerek, çocukların ailelerine kavuşması için güçlü bir mesaj verdi.
Çok hassas ve zor bir konu, zamanlama mükemmel, mesaj net, toplumsal farkındalığa etkisi çok fazla ve dönüştürücü, sürekliliği var. Karşılıklı iletişim ve iş birliğini sağlıyor. Farkındalık yaratıyor. “Bir PR kampanyası nedir, sonucunda ne beklenir?” sorusuna çok güzel cevap veriyor.
Peki bizde, ülkemizde halkla ilişkiler ne durumda, hangi çalışmalar var diye sorabilirsiniz. Bu soru benim de aklıma düştü. Neden bunu bir belgesel yapmıyoruz diye hemen Prof. Dr. Burcu Eker ve Prof. Dr. Elif Engin ile paylaştım. Daha ilk cümlede aynı heyecanı, aynı düşünceyi paylaştığımız ortaya çıktı. Atıl Ünal ile “PR, belgesel” diye başlayan sohbette “bu da vardı”, ”bu kampanyayı hatırladın mı” derken ne kampanyalar hatırlandı. İletişim kampanyası sayesinde her evde mercimekli tarifler denendi. Ayşe Baysal annelerimize mercimek tatlısı bile yaptırdı. Uzun yolculukların seyri değişti. Temiz tuvalet kampanyası sayesinde akaryakıt istasyonlarının algısı değişti. Direksiyon başına geçen babalarımız “hadi bir kaset koy da neşelenelim” repliğini bir dönem bolca tekrarladı. Yakın tarihin özetinde, Halka İlişkiler alanındaki meslek kuruluşlarının, ajansların ve üniversitelerde halkla ilişkiler alanında eğitim veren bölümlerin çalışmalarının ülke için ürettiği büyük değer ortada. Geriye bu bütüne bakıp, halkla ilişkilerin ülkemizdeki hikayesini anlamak ve anlatmak gerekiyor.
Türkiye’de halkla ilişkilerin tarihini, gelişimini, ülkenin tarihsel süreciyle birlikte anlatmayı planladığımız belgeselin hazırlığında karşımıza çıkan kampanyalar çok başarılı. Halkla ilişkilerin başlangıcı bizim iletişim tarihimizde 1960’lı yıllar olarak yer alıyor. Ama daha adı konulmadan evvel, 1923 yılı Türkiye’sinde ilk meclisin çalışmalarında, ilke ve inkılapların tüm ülkeye anlatılmasında, gazete, dergi ve haber ajansı kuruluşunda, tüm vatandaşların Cumhuriyet değerlerinde buluşmasında, ülkenin uluslararası tanıtımında mihenk taşı olan Karadeniz vapurunun liman liman yolculuğunda, açılan fabrikaların içerisinde kreşlerin, hastanelerin, spor tesislerinin inşa edilmesinde hep çok başarılı halkla ilişkiler çalışmaları yer alıyor. 1950’lere gelince her şey daha da hızlanıyor. Heyecana kapılıp daha fazla spoiler vermemeliyim ama halkla ilişkileri konu alacak bir belgeselde nelerin anlatılacağı, bir yönetmen olarak beni çok heyecanlandırıyor.
Araştırmada ilerledikçe gördük ki 100 yıllık cumhuriyet tarihimizde halkla ilişkiler başarılı kampanyalarla, hep daha iyi bir toplum, vicdanlı üretim-paylaşım ve sosyal sermaye oluşumunda etkisini göstermiş. Bu kampanyalarda imzası bulunan gizli kahramanlar ülkenin gelişimine ciddi katkıda bulunmuş.
Halkla ilişkiler tarihi alanında çalışan akademisyenler sayesinde önemli kampanyaların, kimi hala faaliyet gösteren kimi kapanmış ajansların büyük zorlukların altından nasıl kalktıkları literatürde yer alıyor. Fakat bu alanda görsel veri üretimi yok denilecek kadar az. Marka mirası kavramı daha çok yeni olduğu için, arşivlerin durumu da biraz karışık. Tüm bu çalışmaların, olayların, tanıkların görünür olması gerekiyor. Kişisel arşivlerden o fotoğrafların, videoların, tanıklıkların çıkarak kültürel mirasa dönüşmesi gerekiyor.
Belgeselin hazırlaması, yayına girmesi tahmin edersiniz ki uzun ve zorlu bir süreç. Araştırma, çalışma matematiğinin oluşturulması, belgelere ve tanıklara ulaşılması, görüntülerin bulunması, objektif bir anlatımla gelecekteki araştırmacılara kaynak olma sorumluluğu titiz bir çalışma gerektiriyor. Tüm bu aşamalar işin en keyifli ve güzel aşamaları. Dürüst olmak gerekirse en büyük zorluk bütçe bulmak. Çünkü çok iyi fikirler, projeler ya bütçe bulunamaması yüzünden hayata geçemiyor ya da az bütçe nedeniyle iyi niyetli bir çaba olarak başlıyor ve maalesef tamamlanamıyor.
Bir süredir üzerinde çalıştığımız, yaratıcı sürecini tamamladığımız belgesel projemiz, izleyiciyle buluşabilecek mi merak içindeyiz. Ülkenin tarihinde önemli bir yeri olan halkla ilişkiler sektörünü, o sektörde unutulmaz işlere imza atmış isimlerin hikayelerini araştırmak bile başlı başına nefes kesici bir süreç.
Her yenilik gibi Telepathy’nin de iyi bir iletişim kampanyasıyla merhaba demesi gerektiği kesin.
Yıllar içerisinde anlamına yeni anlamlar eklenen halkla ilişkilere yeni nesil iletişimcilerin profilleriyle, markaların değişimi ve ülkenin gerçeklikleriyle her gün yeni bir kavram daha ekleniyor. Yapay zekâ, dijitalleşme bunların en yenileri. Ocak 2024’te bir yeni haber daha geldi. İlk kez insan beynine takılan telepathy çipi. İletişimde düşünce aktarımı ve zihin okuma gibi doğa üstü yetenekle iletişim kurma yeteneğinden geliyor ismi. İnsanlık tarihinde yine bir ilk. İletişimi, insanlığı nasıl etkileyeceği şimdilik bir muamma. Ama bu yeniliğin çalışmalar tamamlandıktan sonra bizlere nasıl sunulacağı, hayatımıza nasıl entegre edileceği, ihtiyaca dönüştürülüp dönüştürülmeyeceği için iyi bir iletişim kampanyasıyla merhaba demesi gerektiği kesin.
Bir kişi hakkında ortalama 4500- 5000 verinin saklandığı, bizleri kendimizden hatta annemizden daha iyi tanıyan dijital dünyada zihnimiz çoktan okunuyor ama birbirimizin zihninde olmak ve markalar ile birleşimi bakalım nasıl olacak? Tüm bu süreçlerden sağlıkla çıkabilmek için halkla ilişkiler artık çok daha önemli. Günümüzde en büyük görevi artık daha iyi bir dünya tasarımı. Markaların, devletlerin, bireylerin, liderlerin, sorumlu üretimi, sağlıklı büyümesi, dünya değerlerine uyumu artık yeni nesil halkla ilişkiler ajanslarının stratejileriyle, itibar çalışmalarıyla belirleniyor. Ve altından daha kıymetli bir değere “dikkat yönetimine” ihtiyaç duyuluyor.
2021 yılında resmi olmayan verilere göre bir tüketici günde 4.000 ile 10.000 mesaja maruz kalıyor. Çoğu dikkat duvarına çarptığı için hatırlanamıyor bile. İletişim radarımızı geçmeyi başaran mesajlar arasında bu kez karar mekanizmasını etkilemek için yarış başlıyor. İşin acı gerçeği mesajlar artık dikkat çekmiyor. Hatırlanmıyor bile. Mesajlar sanki bir sisin içerisinde yol almaya çalışıyor. Yapay zekâ, iletişim verilerini kişiselleştirerek dikkat ekonomisinin daha iyi yönetilmesini sağlayabilir. Belki bizleri mağaralarımıza iyice hapsedebilir.
Telepathy çipi ya da benzerleri bir süre sonra bizler için cep telefonlarımız gibi vazgeçilmez olabilir. Olasılıklar çok fazla. Hep birlikte deniyoruz. Deneyimliyoruz. Her gün binlerce mesaja maruz kalan bizler için nasıl daha iyi bir dünya olabilir çözüm arıyoruz.
Pandemi sonrası anlamı tekrar yenilenen, kurumların, markaların vicdanı olarak çalışmaya başlayan, bu büyük değişimlerde nasıl bir stratejiyle yol almaları gerektiğini belirleyen halkla ilişkiler altın dönemini yaşamaya başladı. Kurumsal iletişimciler artık yönetim kurullarındaki hak ettikleri yerlerini almaya başladı. Bir anlamda halkla ilişkiler dünyanın vicdanı olma sorumluluğunu üstüne aldı. Sistemdeki tüm oyuncuların etik değerlerle buluşması, şeffaflıkla ve sürdürülebilir hedeflerle ilerlemesi artık halkla ilişkilerin yeni çalışma alanlarına eklendi.
Bizden önce dünyada yaşayan insanların hiçbirisi bu kadar mesaja maruz kalmadı. Hiç birisi bu kadar fazla mesaj üretmedi. Paylaştığı mesajlar anında veriye dönüşmedi. Beyinlerine çip takılmasını hayal dahi etmedi. Kanepelerimizde elimizde cep telefonlarımızla öyle sakin oturduğumuza bakmayın. İnsanlığın sesi hiç bu kadar gür çıkmadı. Bu ses kimi zaman kakofoni, kimi zaman ise bir senfoni. İyi bir maestroya ihtiyaç duyduğu kesin.
Gerçekliğin durmadan değiştiği günümüzde halkla ilişkilerin ne olduğunu ne iş yaptığını konuşmaya ayıracak vakit artık yok. Bilenlerin, halkla ilişkiler dinamikleriyle ilerleyenlerin aldığı yol ortada. (Bkz. Güney Kore örneği)
Artık iletişimin, halkla ilişkilerin ne olduğunu anlatmaya değil, etik değerleri ön planda tutan iyi iletişimcilerin elinde üretilen somut çalışmalara ihtiyaç duyuyoruz.
İletişim alanında çalışan bizler bu kadar fazla değişkenin içerisinde tüm insanlığı birleştiren ortak tanımlarla mı ilerliyoruz, yoksa attığımız adım bir sonrakini otomatik olarak nereye gittiğimizi bilmeksizin mi takip ediyor, şu an anlamak zor. Barış, demokrasi, hak ve özgürlükler gibi ortak değerlerde bile ciddi tanım ve söylem farklılıkları var. Yürümeyi her yeni öğrenen gibi, zorlanıyoruz. Bundan yüzyıllar önce oluşturulan tüm değerlerin tozunu alıyoruz. Üretiyoruz. Bolca tüketiyoruz. Markaların dünyanın kaynakları, geleceği üzerindeki ağırlığını daha fazla hissediyoruz. İşte tam da bu yüzden artık iletişimin, halkla ilişkilerin ne olduğunu anlatmaya değil, etik değerleri ön planda tutan iyi iletişimcilerin elinde üretilen somut çalışmalara ihtiyaç duyuyoruz.
Bizim halka ilişkiler belgeseline gelince; yazmaya, araştırmaya devam. Türkiye’de halka ilişkiler sektörünün anlatan bir belgesel bizlerin imzasıyla mı ekrana gelir, bu yazıyı okuyan ve şansı bizden daha yaver gidecek bir başka ekibe mi ilham verir, biz de merak ediyoruz. Gönülden etik değerlere bağlı, iyi iletişimcilere ve onların dünyayı dönüştürecek hikayelerine hiç olmadığı kadar fazla ihtiyaç duyuyoruz…