23. Sayı / 4. Kısım
SEÇİMLERDE PAZARLAMA ATMOSFERİ
31 MART 2024 YEREL SEÇİMLERİ
Yazan: Prof. Dr. Yavuz Odabaşı
Uzun bir süredir ülkemizi meşgul eden seçim dönenimin sonuna doğru yaklaşıyoruz. Mart 2024 yerel seçimleri daha önceki benzerlerinden oldukça farklı bir görünüm içinde gerçekleşiyor. Ülkemizin geçirdiği çoklu krizlerin etkileri, şüphesiz seçimlerde de kendini hissettiriyor. Bilinen ve alışık olduğumuz siyaset yapısı, yeni oluşumlara ve değişimlere gebe gibi görünüyor. 2023 yılındaki iki seçim konusunda en çok konuşulan konuların başında “Altılı Masa”nın neden başarılı olamadığı geliyor. Bunun açıklanması oldukça zor, ama farklı bir bakış açısını ve yorumlamayı da hak etmiyor değil!
POSTMODERN PROJE - MODERN UYGULAMA
“Millet İttifakı” olarak bilinen Altılı Masa postmodern bir ittifak kurma biçimi olarak birbirinden oldukça farklı siyasal düşüncelerin bir araya gelmesi ile oluşturuldu. Ancak, modernist bir zihniyetin hakimiyeti, kalıplaşmış ideolojik tutsaklık ve anlayışların hakim olduğu geleneksel siyaset kültürü bu oluşumun başarısını engelledi. “Yamalı Bohça”, “Beş Benzemez” olarak günlük dilimizdeki ifadeler ile açıklanmaya çalışılan bu ittifak, bu nedenle ancak bu kadar olabilirdi ve sonuçta da başarısız oldu!
Millet İttifakı, postmodern bir kapsayıcılık içinde daha özgürlükçü, eşitlikçi ve adil bir demokrasiye ve bütünleşik demokratik tavırlara dönüşemedi. Muhalefet ittifakının başarısız olmasındaki en önemli unsur belki de, ana muhalefet partisinin bir PİVOT, OYUN KURUCULUK görevini yerine tam olarak getirememesindendir. Bir siyasal senfoni olarak siyasal ittifakın koordinasyonunun, orkestrasyonunun ve yönetiminin gerçekleştirilememe sorunu yaşandı ve bu eksikliği uygulamalarda birlikte ve bütünlükçü bir kavrayışla uygulamaya dönüştürememesi kendini gösterdi. İttifakın en büyük paydaşı olan ve siyaset yelpazesinde milliyetçi sağ ile merkez sağ arasına “üçüncü yol” olarak konumlandırılmaya çalışılan İYİ parti, Batıcı olarak “milliyetçi- demokrat- özel sektör odaklı kalkınmacı” olarak biliniyor. Partinin sürekli gel-gitler yaşaması sebebi ile aldığı tavırların kaçınılmaz sonucu olarak, bir dağılan bir barışan, parçalı, dağınık, perişan biçimde ittifak, kendi iç parçacıklarında boğulmaya başlamıştır. Sonuçta, ittifak ortakları partilerin parçalı halde kendi içlerinde iktidar mücadelesi yoğun biçimde yaşanıyor.
Çoklu siyasi pozisyona sahip, katı ideolojiden uzaklaşmış bir “oynak merkez” tercihinin cazibesi, tüm partilerin gözünü kamaştırıyor ve bu yöne doğru yöneltiyor. Bugünkü sistem, kurulan ittifaklar yoluyla küçük partilere alan açabiliyor. Ancak, yerleşik konvansiyonel paradigmadaki zihin, düşünce yapısı, alışkanlıklar ve uygulamalar bu konuda perdelemeler yapma, duvarlar örme gibi engeller çıkartıp başarısızlık getiriyor. Saflaşma, taraflaşma, iç çekişmeler ve parçalanmışlık partiler ve ittifaklar içinde aşırı bir seviyeye ulaştı, ittifaklar bölündü, parçalandı ve birbiriyle çekişme içerinde olan taraflar haline dönüştü.
Modern bir partiden postmodern bir parti yapısına dönmeye çalışırken, zihinleri modernist yapıda kalan CHP, partisinden istifa edenleri, partisi tarafından disiplin suçu işlediği söylenenleri dışlayarak kapsayıcılık ve kucaklayıcılık özelliklerinden uzaklaşmıştır. Salıngaç oylar olarak kararsız, kayıtsız, umursamaz, ilgisiz, sinik seçmen, parti içi ve dışı küskünler, seçime katılmayan ya da geçersiz oy kullanan protestocularla oy verecek parti bulamadığını söyleyenleri, nihayet oy verecek adres bulduğunu ifade edenleri bir arada tutamadı! Bunu önlemek için, değişimin ne sınırlarda olacağı ile dengeyi korumak arasında kalan CHP, ittifakın dağılması ve tekrardan oluşmaması sonucu, amacı geniş bir yelpazede farklı duruşları bir çatı altında toplama yaklaşımı ile seçmeni sandıkta birleştirmek olan “Türkiye İttifakı” sloganına ve kadro değişikliğine yönelmiş olarak yerel seçimlere girmektedir. Değişim diyerek ne olduğunu muallakta bırakan, ideolojisizlik ve tanımlanmamış bir anlayış hakim.
Öte yandan “Cumhur İttifakı” olarak kurulan ittifakın kurucu lider partisi olan AKP, kuruluşunda “popülist-pragmatik-pratik” özellikleriyle bir postmodern görünüm vermesine karşın, bunun tam tersi bir davranış sergilemekte. AKP’nin doğmasına, merkez sağ olan partilerin kendi içerisindeki tartışma, çatışma ve gerilimi sebebi ile bozulmuş olan düzen, uyum, dengeler ve güven duygusu neden olmuştur. Muhafazakar bir parti olan Refah Partisi’nin içerisinden merkeze yönelik bir grup rahatsız, küskün olanları kapsayacak yeni bir fırsat olarak görmüştür. Aldığı oyların çoğunlukla postmodern olmayan, belli bir kültür ve yaşam biçimine sahip seçmen kitlesine dönük olan kesimlerden olması, onu her seferinde yenilenen kadrolar ve ekonomi stratejileri ile kendini yeni, yeniden üreten bir konuma, yeni HİKAYELERİN söylemlerin içine sokabilmektedir. AKP, mağdur gibi algılanan çevreden kurulu düzen olan merkeze gelen bir siyaset stratejisine sahip. Tekli ve homojen bir yapılanma, merkeziyetçi kararların alınması, otoriter liderlik ve kural, düzen, disiplin odaklılık gibi modernist anlayış ve uygulamalar Türkiye’nin görünümüne uygun bir başarı getirebilmektedir. Bu gerçeklik, “Cumhur İttifakı”nın dağılmadan kazandığı başarının sürdürülmesindeki en büyük etkendir denilebilir.
MAKRO ve MİKRO DEĞİŞKENLER BİRLİKTELİĞİ
Yeni paradigma eskinin değişkenlerini değiştirmeye zorladığı gibi, her şeyin her şeyle bağlantılı olduğu bir dünyada küresel yaklaşımları kaçınılmaz hale getiriyor. Birbirini etkileyen, besleyen, güçlendirebilen simbiyotik ilişkiler yumağı halindeki bir bağ. Günümüzün birbirine sıkı sıkıya bağlı dünyası, beka, güvenlik, ekonomi gibi “genel-makro siyaset” ile bireysel sorunları, istekler, refah ve gelecek gibi “mikro-yerel siyaset” konularını etkisini aynı anda öne çıkartıyor.
Mart 2024 yerel seçimi bilinen klasik ayrımların akışkanlığının, yakınsamasının, iç içe geçişlerinin yaşandığı bir seçim olacak. Yerelin fazla önem kazanmasının da önemini gösteren “merkez-yerel” birlikteliğine ve uyumuna yönelik işaretler var. Bu seçimde genel-yerel etkilerin ve değerlerin karşılıklı etkileşime girmesi ile bir sonuç ortaya çıkacağı şimdiden söylenebilir. Genel makro siyaset ile mikro yerel siyaset birbirilerini besleyen bir ilişkiler yumağı yaratıyor.
Öte yandan, Pandemiden sonra her şey hızla değişiyor. “Her şey ben”den oluşan Milenyum neslinden, daha gerçekçi ve sade olan “işime yarar mı” diye soran, sorgulayan, espri, mizah ve de eleştiri duygusu yüksek olan Z nesline geçilmesi de değişim hızını artırdı. “Parayla çözülebilecek hiçbir sorun, sorun değildir” diyen Çin atasözü hatırlanırsa, kadim kültürün bile buna yatkın olduğu söylenebilir. Kendisi katı bir modernist olan merhum İsmet İnönü’nün, “Senden yana olanlara bir şey vermezsen, neden senden yana olsunlar...” ifadesi günümüzdeki dizilerde kült olmuş durumda...
Neo-liberal siyasetin getirdiği ve açık biçimde savunduğu benzer bir anlayışı “tüketici-seçmen” odaklı olarak 1989 yerel seçimlerinde Anavatan Partisi gazetelere tam sayfa ilanlar vererek, “Bizim adayımızı seçmezseniz şehrinize hizmet gelmez” dile getirdi. Günümüzde ise iktidarın, “merkez ile yerel el ele vererek hizmet alır” anlayışı tüm eleştirilere karşın işlerliğini sürdürüyor görünmekte. Görünen o ki, “merkez-çevre” yakınsamasını sağlamayı alt yapıdaki yollar, otoyollar, köprüler, hava alanları ve hızlı trenler ile hem şehirlerde hem de şehirler arasında oluşturmayı hedefleyen iktidar kanadı, merkezi hükümetin gücüyle yerelde sunabileceği avantajları, muhalefet ise bireysel başarıları ve hikayeleri ortaya koyarak seçime girecek.
ÇOK KÖŞELİ PRİZMATİK GÖRÜNÜM
Genel seçimler, yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçmenlerin hassasiyetleri ve beklentileri değişebilmekte ve bu durum kararda etkili olan faktörlerin farklılaşmasına sebep olabilmektedir. Bu durum seçilen makamdan beklentilerin farklılığıyla da bağlantılıdır.
Genel seçimlerdeki; “seküler-muhafazakar”, “yerli-küresel”, “güvenlik-ekonomi”, “iktidarı değiştirmek-iktidarı sürdürmek” eksenleri üzerindeki siyasal rekabet devem ederken, yerel seçimlerde yerelin de önem kazandığını gösterir şekilde merkez-yerel birlikteliği öne çıktı bu seçimde. AKP parti ağırlıklı olarak merkezi makro beka ve güvenlik konularını işlediği bir kampanya yürütüyor. Seçmen davranışlarında da makro ve mikro unsurların iç içe akışkanlığının yaşanıyor. Seçmen nezdinde genel ve yerel seçimlerin farklılıkları azalmış durumda ve tüm yönlerini birlikte ele alınır hale gelmiştir.
“Biz ve Onlar” dikotomisinde olduğu gibi farklı olanı ötekileştirme, dışlama, kamplaşma, kutuplaştırma kaçınılmaz olabilmekte. Kutuplaşma ile kendi evrenlerine, mahallelerine çekilen kitleler, diğerlerini şeytanlaştırıp nefret etmeye başlayabiliyor. Ötekileştirme ve cepheleşme odaklı yerleşik düzende, kutulara, kutuplara ayırma ve kutuplaştırıcı, dışlayıcı anlayış söz konusu olur. Siyaset stratejisi, katman katman açılabilecek kimliklerin ve yaşam biçimlerinin gerilimine, çatışmasına dayalı alışılmış kodlar üzerinden değerlendirmelerle sürdürülüyor.
Zamanın ruhunu yaratan bileşenler arasında; kutuplu sistem reddediliyor, farklılığından dolayı ötekileştirme yerine bir arada, birlik içinde olunabileceği ve çok boyutlu, çok paydaşlı, çok katılımlı ve çok siyasal aktörlü, seçmenin odakta olduğu ve esnek, değişken, yerel çözümlerin olacağı bir yerel seçim müjdelenmekte. Günümüzdeki yeni paradigma; kaos ve düzenin bir araya getirildiği, eski ile yeninin, gelenek ve modernin bir arada olduğu döngüsel bir bakış açısını yansıtan eklektik bir anlayış ve yaklaşım gerektiriyor. Kesin ve katı yorumlar yerine, esneklik, değişkenlik, şeffaflık, çeşitlilik, kapsayıcılık, karmaşıklık, belirsizlik, akışkanlık ve geçişkenlik, sınırsızlık, iç içelik gibi monolitik olmayan eğilimlerin parçalılığı, çeşitliliği, çok renkliliği yaşanıyor.
Bir bakıma, her şeyin birbirini etkilediği karmaşıklık içinde, dalgalı, çalkantılı, bulanık bir gerçeklik, her yere kaotik durumlar saçılıyor. Böyle bir atmosferde, “iktidar –muhalefet” tartışmasına odaklanan yerel seçim kampanyalarının çok olumlu sonuç vermeyeceği görülmektedir. İstanbul başta olmak üzere, birçok ilimizde “deprem ve kentsel dönüşüm” neredeyse birinci önceliğe oturdu ve icraat ile söylem ayrılığının keskinleştiğini gösterdi.
Öte yandan, AKP yerel seçim stratejisini genel olarak gerçek sorunlara çözüm ürettiğini iddia eden “GERÇEK (OLGU) BELEDİYECİLİK - SANAL ve İMAJ( ALGI) ODAKLI BELEDİYECİLİK” üzerinden yürütme kararı verdi.
Pazarlama uygulamaları seçimde üç noktaya odaklanmış görünüyor. Öncelikle, her parti kendi sadık seçmenine konsolide etmeye çalışacak. Buna ek olarak, küskün, kırgın ve kararsız olan rakip ve kendi parti seçmenlerini kazanmaya, kendi oylarına eklemeye çalışacak. En nihayetinde de rakiplerin hatalarını değerlendirmeye odaklanacaklar. Çoklu kimlikler, yaşam biçimleri üzerinden yürüyen siyaseti doğuruyor ve sınıf merkezli siyaset yerini kimliklere bırakmış durumda. Bunların birden çok alanda STK ve aktörlerle birlikte farklılıkları bir çatı altında buluşturup mücadele vermeleri üzerine bir anlayış var şimdi. Toplumsal örgütlenmeler klasik anlamıyla merkezileşmiş işçi sınıfı hareketi üzerine değil, farklı sektörler arası, esnek, akışkan ve değişebilir formlarda ortaya çıkıyor.
Siyasette dikey hiyerarşik yapılar ve anlayışlar değişiyor. Seçmene yakın olabilen, basık, yatay hiyerarşi anlayışı yatay iletişim ile bunun yerine geçiyor. Taktikler ve uygulamalar yakınsamalarla çoğu zaman stratejilerin önüne geçerek hiyerarşik ve çok katmanlı ve kademeli bir düzeni de bozabildiği gibi neredeyse stratejisiz kampanyalar, popülist ve parıltılı söylemler ağırlık kazanıyor uygulamalarda. Parıltılı belagat, politik klişeler halinde popülist dil kullanımı siyasetin özeliği haline geldi. Popüler anlatıların, abartılı övgülerin, işlene işlene sakız olmuş dillere pelesenk olmuş klişelerin, kitlelerin demokratik olarak belirlenmiş ihtiyaçlarına yönelik olacağı açık.
Gerçeklikten kopuk büyülü anların ve büyülü anlatıların kucağında neyin doğru neyin yalan olduğunu ayırt edilemeyecek biçimde bırakan, dolaşıma sokularak paylaşılan siyaset sahnelerinde sosyal medya geleneksel medya kadar güçlü biçimde yer alıyor artık. Sahne sanatçısı gibi davranan, siyasi cambazlık yapmaya soyunan post-truth siyasetçiler dönemi. Sahne hem gerçek ile hem de kurgulanmış gösterimin birlikte var olduğu bir alan. Ne tam gerçek ne de tam kurgulanmış bir gösteri, oyun. Siyaseti bir tiyatro oyunu gibi gören günümüz siyaset anlayışı bunu gerçekleştirirken geleneksel ve dijital medyadan yararlanır.
Örneğin Trump, önümüzdeki seçim için başladığı kampanyada, Iowa eyaletindeki önseçimlerini bir tek miting ve kapalı salon toplantısı düzenlemeden ve milyonlarca dolar harcayarak oluşturduğu yüzlerce kişiden oluşan ekibinin sahada neredeyse 3 milyon kişinin tümüyle konuşmasıyla kazandı.
Yapay Zeka kullanımı, son Arjantin seçimlerinde yaşandı. Rakiplerini komünist ya da imparator olarak gören suçlayan ultra aşırı liberal Arjantin Milei seçimi kazandı. Özellikle gençler, Arjantin örneğinde olduğu gibi yerleşik ve düzeninin uygulamalarına karşı duyarsız ve güvensizlik duygusu artıyor ve demokratik siyasetten soğuyarak otoriter-popülist liderlere yönlenme gelişiyor. Şüphesiz, “popülist ve otokrat sağ siyaset” olduğu gibi “sol eğilimli popülist siyaset” anlayışından da rahatlıkla söz edilebiliyor artık.
Medyada yer alan haberlere göre, Pakistan’da hapisteki İmran Han, Deep Fake tekniğiyle oluşturulan videoda ”sohbet robotu” aracılığı ile yumuşak ama hafif robotsu bir sesle konuştu. TikTok’ta dijital mitinglere ev sahipliği yapıldığında ekrana getirildi. Ayrıca, İmran Han’ın “avatarı” yaratıldı ve hapiste olmasına karşın “seçim manifestosu” sundu. Evlerde WhatsApp başarılı biçimde kullanıldı. Özellikle genç seçmenleri etkileyen bu yaklaşım şubat ayındaki seçimde muhalefete büyük bir başarı getirdi.
Yapay Zeka’nın siyasetteki kullanımı, Deep Fake yalanı o kadar sahici görünüp kabullenilmiş olabilir ki, seçim sonuçlarını değiştirebilecek güçte görünebilir. “Çevremizde gördüğümüz her şey bir yanılsama” diyen Michio Kaku haklı galiba! Öte yandan, dijital okuryazarlıkları yüksek olanlar yalan hakkında şüphelere düşerek sorgulayıp yayılmasını önleyebilmekte. Bu durumu, “Toplumsal Antikor” geliştirmeye benzeten araştırmalar var. İçinden geçtiğimiz büyük dönüşüm, siyasi atmosferdeki uygulamaları çoklu stratejilere sahip, esnek, koşullara göre değişebilir, kısa dönemli, faydalı ve koşulların sürekli değişmesi karşısında “durumsal yaklaşım” anlayışıyla uygulanabilir hale getirmelidir.
İşin aslı, artık siyaseti süpermarket gibi gören bir anlayış hakim. Seçmenin talepleri doğrultusunda bir hizmet verilmesi ve karşılığında onların oylarıyla sandıkta ödüllendirilmesi. Popüler kültür ikonu ve ticarileşmiş obje haline gelen siyaset, siyasetçi dahil kişi, yer, kavram gibi her şeyin metalaşması söz konusu. Artık, “tüketilen siyaset”, “siyasallaşmış tüketim” kavramları sıklıkla kullanılır oldu. Bir tür “süpermarket siyaseti” anlayışı içinde “tüketici seçmen” varlığını kolayca hissettiriyor. Bu durumda tüketicinin güçlenmesini öne çıkartan “tüketici demokrasisi” kavramı da söz konusudur. Duygulara odaklanarak, duyguların yeni deneyimlerini arzulayan, hayatlarına dokunarak duygusal bağlılık yaratabilecek adımlar çerçevesinde kendileriyle ve çevreleriyle aidiyet bağı kurmak isteyen insanlarız. “insani dokunuş” arayan seçmen tüketiciler, “insan insana temaslar” yoluyla hayatı ile örtüşen iletişim yaklaşımlarının yanında akıl ve duygu birlikteliği geliştiriyor:
“BEN TÜKETİCİYİM ve SEÇMENİM, HEM AKILLI HEM DE DUYGUSALIM”
Seçmen, “fareli köyün kavalcısı” gibi liderin peşinden oradan oraya gitmez! Zamanın ruhunu okuyamayıp kaymalar yaşayanları tam bir karmaşa bekliyor. Hele de, gençlerin ve kadınların tercihleri bu kadar değişkenken…