6. Sayı / 2. Kısım
BİLİM YİNE KÜLTÜR/POLİTİKA/EKONOMİ SOSUNA MI BULANDI?
Toplumsal Akıl Yoksa Bilimsel Akıl Boş,
Bilimsel Akıl Yoksa Toplumsal Akıl Kördür!
Bahçeşehir Üniversitesi araştırma görevlisi Görkem Bir yazdı.
Dünyanın Koronavirüs bilgisi bilimin eseri mi, yoksa bilim yine kültür, politika ve ekonomiye mi bulandı?
Risk deyince kimin aklına sosyal kuramcı Ulrich Beck gelmez ki! Beck yaşadığımız dönemin tam merkezine modernleşmenin sonuçlarını ve getirdiği riskleri koyar (1992). Bu riskler ve sonuçlar; hayvanların, bitkilerin ve insanların hayatları için geri dönüşü olmayan tehditler oluşturur. Herhangi bir sınıf veya yerel topluluk gözetmeksizin, ulusal ve küresel çaptaki tüm üretim ve yeniden üretim, riskleri de içinde barındırır. Nükleer enerji, iklim değişikliği, çevre kirliliği, ormanların tahribatı, modern ekonomik gelişimin ürettiği hepimizin artık ezberlediği büyük risklerden bazılarıdır.
Beck yaşadığımız dönemin tam merkezine modernleşmenin sonuçlarını ve getirdiği riskleri koyar. Bu riskler ve sonuçlar; hayvanların, bitkilerin ve insanların hayatları için geri dönüşü olmayan tehditler oluşturur.
Beck, günümüzün risklerle çevrelenmiş yeni toplumunu ‘risk toplumu’ olarak adlandırır. Risk toplumunda sınıf toplumunun temel ilkeleri olan aileler, sınıflar ve kurumlar önem kaybederken bireyselleşme artar. Kaynakların dağılımına ilişkin tartışmalar eksen değiştirerek risklerin dağılımına odaklanır. İnsanların açlık veya tokluk deneyimlerinden kaynaklanan tartışmalarının yerini de korku deneyimi ve tartışmaları alır. Kuşkusuz buradan haraketle sınıf toplumu özelliklerinin yok olduğunu söyleyemeyiz, ama sınıfsal farklılıkların ve ilişkilerin riskin gölgesinde yaşamaya başladığını söyleyebiliriz.
Risk ve sınıf toplumu birbiri için gereken koşulları oluşturur ve bazen üst üste binerler. Aynı zamanda, modernitenin risk toplumunda kendi karşıtlığını ürettiğini görürüz. Örneğin, modern endüstriyel toplumun dayattığı geleneksel iş anlayışı, esnek çalışma saatleri gibi farklı özellikler içeren iş düzenlemeleriyle çarpışır. Çekirdek aile normu, boşanmaların artmasıyla; toplumsal cinsiyet rolleri ise kadınların işgücüne katılmasıyla sınanır. Özetle, endüstri toplumunun özünde olan geleneksel unsurlar ve bu unsurların temelleri, modernitenin kesinliklerinden sıyrılan insan ile karşı karşıya gelir. Klasik endüstriyel düzenin etrafında şekillenen yaşama ve düşünme biçimleri çatırdar. Beck (1992), bu durumun moderniteden çıkış anlamına gelmediğini, aksine modernleşmenin başarıyla gerçekleştiğinin göstergesi olduğunu söyleyerek bizi şaşırtır.
‘Risk toplumuna’ yayılmış olan tehditlerin hem görünür hem de görünmez birer yönleri vardır. Bu görünmezlik ve bilinmezlik hali, tehlikeler ve tehditlere yönelik bilgileri yoruma açık hale getirir.
Modernleşmesini tamamlamış toplumlarda riskler her yerde karşımıza çıkabilir. ‘Risk toplumuna’ yayılmış olan tehditlerin hem görünür hem de görünmez birer yönleri vardır. Bu görünmezlik ve bilinmezlik hali, tehlikeler ve tehditlere yönelik bilgileri yoruma açık hale getirir. Bazı bilgiler diğerlerinden daha geçerli olsa da doğa bilimcileri, sosyal bilim kuramcıları, haber merkezleri, iş insanları ve kamuoyu doğruyu bilmeye neredeyse aynı uzaklıkta olur (Adam & Loon., 2000).
Lafı nereye getireceğimi sanırım anladınız. Koronavirüs riskiyle sarmalanmış durumdayız. Korku belki ilk günlerdeki gibi değil ama belirsizlik konusunda çok da yeni bir şey yok! Örneğin iklim değişikliği karbon salınımının bir sonucudur, değil mi? O halde HIV virüsü ve SARS-CoV-2 koronavirüsün ortaya çıkışının izleri, insanların kırılgan ekosistemlerinin işgaline ve tarım sektörünün devamlılığını sağlayan çok sayıdaki hayvan türüne kadar izlenebilir. (Tooze,2020). Dünyaya baktığınızda insanların virüsle mücadelelerinde ve dünya genelinde virüsün anlamlandırılmasında farklılıklar görüyoruz. Bu nedenle virüsün toplumsal hayata etkisinin yukardaki basit neden-sonuç cümlesinden daha karmaşık olduğunu söyleyebiliriz.
Riski tanımlanmaya gelince bilimsel akıl ve toplumsal akıl arasında büyük bir boşluk ortaya çıkar. Toplumsal gündem kazanında risk teknisyenlerinin henüz cevaplamamış olduğu sorular kaynamaya başlayabilir. Ayrıca, uzmanlar sorulan soruları ıskalayan cevaplar vererek toplumda kaygıyı daha da arttırabilir. Bilimsel ve toplumsal akıl birbirlerinden ayrılabilseler de aynı zamanda birbirlerine sıkıca bağlıdırlar. Risk algısı ve riski konu alan tartışmalar bilimsel argümanlara dayanabileceği gibi, riskle ilgili bilimsel kaygılar da toplumsal beklentilere ve değer yargılarına dayanabilir (Beck, 1992).
Beck, bu durumu çok çarpıcı bir şekilde şöyle özetler: ‘Toplumsal akıldan yoksun olan bilimsel aklın içi boştur, ancak bilimsel akıldan yoksun olan toplumsal akıl kördür.’ Yine de, iki akıl türünün birbirleriyle her zaman uyum içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.
Akıllarda sürekli sorular vardır. Risklerin, görsel bir kanıt olmadan temsil edilmeleri çok zordur ve semptomlara dönüşene kadar gerçek değilmiş gibi görünebilirler.
Örnek vermek gerekirse 1986’da Çernobil Faciası’nın ardından ortaya atılan soruları günümüzde COVID-19 için de soruyoruz. Dışarı çıkmak güvenli mi? Hangi testlere güvenebiliriz? Bu durum ne kadar sürecek? Riskler, insan algısının dışında faaliyet gösterir. Hem bilim ile hesaplanan potansiyel bir tehlike barındırır hem de risklerin henüz keşfedilmemiş, örtülü bir yanı bulunur. Akıllarda sürekli sorular vardır. Risklerin, görsel bir kanıt olmadan temsil edilmeleri çok zordur ve semptomlara dönüşene kadar gerçek değilmiş gibi görünebilirler. Çernobil patlamasını riskli yapan, görünmeyeni somut bir riske çeviren, patlamadan sonra bitkilerde ve hayvanlarda ölçülen radyasyon miktarı veya medyanın nükleer karşıtı protestoları temsil etme biçimidir (Adam & Loon., 2000).
Risk algılarımız deneyimler yoluyla farklı şekillenebilir. Yakın çevresinde COVID-19 geçirmiş kişi bulunanlar ile bulunmayanların risk algıları çok farklı olacaktır.
Risk, insanların zihninde çoğunlukla temsili olarak var olur. Ulrich Beck, riski açıklarken risk algısına yönelik, doğal nesnellik ve kültürel görelilik olmak üzere iki farklı çerçeveleme mekanizması olduğundan bahseder (Mythen, 2004 ; Beck, 1995a). “Doğal nesnellik” yaklaşımı, adından da anlaşılacağı üzere bilimsel bilgiye ve ekonomik hesaplamaya dayanır. Tıp, sağlık, hukuk, ekonomi ve mühendislik gibi uygulama alanlarında sıklıkla başvurulan bir yaklaşımdır. Risk, bu alanlar içinde tanımlanabilir ve ölçülebilir bir olgudur.
Buna karşın, ‘kültürel görelilik’ yaklaşımı, riski, fikir ve değerlerin paylaşılmasıyla üretilen bir toplumsal gerçeklik olarak ele alır. Nesnellik savunucuları, riskin toplumsal olanın veya kültürün dışında kalan bir etken olduğunu öne sürse de Beck pozisyonunu değiştirmez ve nesnelliğin, nihayetinde bir “değer yargısı” olduğunu savunur.
Örnek verelim, risk algılarımız deneyimler yoluyla farklı şekillenebilir.
Yakın çevresinde COVID-19 geçirmiş kişi bulunanlar ile bulunmayanların risk algıları çok farklı olacaktır. Yine, toplu taşıma kullanmak zorunda kalan kişilerle özel aracını kullananların veya hizmet sektöründe çalışanlarla evden çalışanların risk algılarının farklı olacağı açıktır. Fichte’nin ‘bildiğimiz için eyleme geçmiyoruz, eyleme geçerek biliyoruz’, sözünden yola çıkarsak deneyimlerimizin, koronavirüse yüklediğimiz bireysel anlamların önemli bir kaynağı olduğuna da kolayca ikna olabiliriz.
İnsanların pek çok belirsizlikle boğuştuğu ve dolayısıyla neden-sonuç ilişkileri arasında net bir bağ kuramadığı bir dönem yaşıyoruz.
Ülkelerin COVID-19 riskine ilişkin aldıkları önlemlerin ve izledikleri politikaların farklılıklarına bakarsanız, virüsün doğasıyla ilgili bilinenlerin toplumsal hayatın işleyişinde farklı yansımaları olduğunu da rahatça görebilirsiniz. Bireysel ve toplumsal mücadele politikalarındaki farklılıkların nedenini sadece risk algısı farklılıklarına dayandıramayacağımız da çok açık. Ülkelerin yapısal özellikleri ve yerel koşulları da farklılıkları belirleyici nitelikte. Ancak şu bir gerçek ki, insanların pek çok belirsizlikle boğuştuğu ve dolayısıyla neden-sonuç ilişkileri arasında net bir bağ kuramadığı bir dönem yaşıyoruz.
Örneğin, Afrika’da beklenenden daha düşük vaka sayılarının nedeni olarak yüksek sıcaklıktan şüpheleniliyordu, ama bu anlayış çok geçmeden kenara itildi. Diğer bir teoriye göre, fazla nüfusun olduğu ve insanların kolaylıkla izole olamadığı yerlerde bağışıklığın güçlenme ihtimali bulunuyordu. (BBC, News). Yakın zamanda, bilim insanları (-)180 santigrat derecede dondurucuda saklanmış olan kan örneklerini inceleyerek Afrika’daki şaşırtıcı bağışıklığın gizemini açığa çıkarmaya çalışsa da kan örneklerinin kalite standartlarında sınıfta kaldığı ortaya çıkınca araştırma durduruldu. Afrika’da temmuz ayı başında artış gösteren vakalar, ağustos ayından itibaren düzensiz bir şekilde tekrar azalmaya başladı.
İngiltere, Dünya Sağlık Örgütü’nün standartlarının aksine ilk zamanlarda ‘sürü bağışıklığı’ stratejisini benimsedi. Virüs, toplumun önemli bir bölümüne bulaşacak ve böylece nüfus, geniş çaplı bir bağışıklık kazanacaktı. Ancak, sürü bağışıklığı stratejisi 23 Mart’ta getirilen sokağa çıkma yasağına kadar devam edebildi. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda yönetimleri, okulların açılması ve sokağa çıkma yasağının sonlandırılması konularında İngiltere’den daha dikkatli adımlar attı (Scambler, 2020). Yeni Zelanda ise yalnızca sekiz onaylanmış vakadan sonra birçok ülkeye göre erken bir aşamada katı önlemler alarak sınırlarını kapadı. İsveç, tüm dünyayı şaşkına çevirerek salgına karşı oldukça esnek bir tutum benimsedi. Mart ayı sonunda tüm dünya genelinde sokağa çıkma yasakları konulurken İsveç’te okullar hâlâ açıktı ve toplu alanlarda aynı anda 49 kişiye kadar bulunulmasına izin veriliyordu (Nygren & Olofsson., 2020).
Oxford Üniversitesi’nde bir grup araştırmacı devlet yönetimlerinin koronavirüs krizine karşı verdikleri tepkilerdeki farklılıkları anlamak için bir dizi araştırma yürüttüler. Bu araştırmaların bir parçası olarak geliştirilen endekste (https://ourworldindata.org/policy-responses-covid), 9 madde üzerinden (okulların ve işyerlerinin kapatılması, etkinliklerin iptal edilmesi, kamusal alanlarda toplanmanın kısıtlanması, toplu taşımaların etkinliğinin durdurulması, sokağa çıkma yasakları, toplumu bilgilendirme kampanyaları, ülke içindeki hareketliliklere kısıtlama getirilmesi ve uluslararası seyahatlerin kontrol edilmesi) toplanan puanlar ile ülkelerin aldıkları önlemlerde ne kadar katı olduklarını belirlediler.
Örneğin 5 Ekim 2020 itibariyle en sıkı covid19 önlemlerinin alındığı ülke 100 üzerinden 91.67 puanla Arjantin, en gevşek ülke ise 8.33 puanla Tanzanya. Türkiye ise 60.19 ile ortanın hafif üstünden katılıkta görülüyor.
Yanlış anlaşılmasın, puanlar, önlemlerin doğruluğunu veya verimliliğini değil, yalnızca ülke tepkilerindeki katılığı yansıtıyor. Ülkelerin yapısal özellikleri ve yerel koşullarının katılığı ya da gevşekliği belirleyici nitelikte olduğunu bu endeks de gösteriyor.
Son zamanlara gelelim. Rusya’nın geliştirdiği COVID-19 aşısı çok sık gündemde yer almaya başladı. Birçok ülke Rusya’nın aşısına şüpheyle yaklaşırken, Rusya sağlık bakanı Mikhail Murashko endişelerin ‘dayanaktan yoksun’ olduğunu iddia ediyor. Diğer ülkeler arasında Rusya’nın aşısının henüz bilimsel yeterlilikleri karşılamadığına ve riskli olduğuna dair bir fikir birliği var. Riski azaltmaya yönelik önlemler konusunda küresel bazda pek çok konuda uzlaşmaya varılmış olsa da ulusal sınırlar içinde ve uluslararası alanda hâlâ farklılaşan politikalar, uzman tavsiyeleri ve varsayımlarla bezenen bir tartışma ortamında yaşıyoruz.
Peki, Covid19’la tanışalı 10 ay gibi uzun bir süre olmuşken bu tartışmalar hangi düzeyde ve ne kadar bilimsel akıl içeriyor? Yoksa tüm dünyanın bugüne kadar öğrenebildikleri, Beck’in söylediği gibi, bilimin kültür, ekonomi ve politika ile iç içe geçmesinin eseri mi?
Yoksa farklı yaklaşımların nedenini çok basit bir şekilde araştırmaların henüz erken safhalarda olmasından kaynaklanan nesnel bilgi eksikliğine bağlayabilir miyiz? York Üniversitesi Yönetim Bilimleri programı öğretim üyesi Kelly Thomson’un yanıtı net: bağlayamayız!
Thomson’a göre “güvenlik” sağlama odaklı kararlar kültürel olarak feminen ve zayıf olarak kodlanırken, sağlık ve güvenlik risklerine rağmen “işin başında bulunmak” fiziksel bir güç gösterisi, riske karşı yüksek toleransa sahip olmak, cüretkâr ve hatta kahramanca davranmak anlamını taşıyor.
Thomson, virüsün yeni bir tür olmasının, güvenilir bilgi eksikliğinin ve politik ve yerel farklılıkların virüse karşı tepkilerde farklılıklara yol açtığını kabul ediyor ama, ülke liderlerinin virüsü önlemeye ve virüs ile savaşmaya yönelik kararlarının arkasında farklı kültürel değerler bulunduğunu ifade ediyor. Thompson’a göre “güvenlik” sağlama odaklı kararlar kültürel olarak feminen ve zayıf olarak kodlanırken, sağlık ve güvenlik risklerine rağmen “işin başında bulunmak” fiziksel bir güç gösterisi, riske karşı yüksek toleransa sahip olmak, cüretkâr ve hatta kahramanca davranmak anlamını taşıyor. Thomson, özellikle Kuzey Amerika liderlerinin riski kabul etmekte geç kalarak virüsün yayılmasını kaçınılmaz kıldıklarını söylüyor. Ayrıca, Yeni Zelanda’nın kadın başbakanının hızlı kararlar alarak virüsü kontrol etmeyi başardığını da belirtiyor (Thomson, 2020).
Ülkeleri salgın yönetimlerinde farklı politikalar izledikleri bir gerçek. Bazıları, acil müdahalelere başvururken bazıları riski daha uzun dönemli bir planlamayla yönetmeye çalıştı. Bireyler arasında da virüse yönelik farklı iç görüler ortaya konuldu ve hâlâ konuluyor. Riskin büyüklüğünü ise her gün açıklanan sayılar temsil ediyor.
Restoranların, kapsına kadar maskeyle gidip, hatta masaya maskeyle oturup daha sonra yemek yeyip bir şey içerken maske çıkartma konusu ise tutarsızlıklarımızın şahı gibi görünüyor.
Risk yalnızca rakamlardan ve olasılıktan ibaret değil. Genç-yaşlı gibi farklı kategoriler, kısa ve uzun dönemli risk yönetimi anlayışı (Brown, 2020), farklı değerler ve medyanın farklı temsilleri ile birlikte daha derin bir anlayışı gerektiriyor. Süren yüksek belirsizlik ortamı da mantıksız veya tutarsız davranışlara kapı açmaya devam ediyor. Örneğin, rahat nefes almayı engellediği için maskeler yalnızca ağzı kapatacak şekilde takılıyor. Belirli alanlarda, ‘uygun olduğu düşünülen’ sayıdaki insana kadar toplanmalara izin veriliyor. Herkes, kendine özgü bir hijyen deneyimi yaşıyor. Bazılarımız marketten aldığı her şeyi kullanmadan önce sabunla yıkıyor. Bazılarımız buzdolabında sonraki güne kadar bekletiyor. Restoranların, kapsına kadar maskeyle gidip, hatta masaya maskeyle oturup daha sonra yemek yeyip bir şey içerken maske çıkartma konusu ise tutarsızlıklarımızın şahı gibi görünüyor.
Erken dünya tarihi, hiyerarşik bir dizi zaman aralığına bölünerek jeolojik devirler halinde incelenebiliyor. Son jeolojik devir, günümüzü de içine alan Holosen devri. Ancak bazı bilim insanları, insanların dünyanın iklimi ve ekosistemlerini önemli derecede etkilemeye başlamasından itibaren farklı bir devre geçildiğini savunuyor: Antroposen veya insan devrine. Yeni tip koronavirüsün hayvandan insana aktarıldığına inanılsa da bununla ilgili kesin bir kanıt yok. Bu yüzden, insanın tüm doğaya egemen olma arzusunun pandeminin ortaya çıkmasında ne kadar rol oynadığı tartışmaya açık. Ama Roth’un da önerdiği gibi (1957), ancak doğanın kanunları iyi anlaşılırsa insanların mantıksız ve savruk davranışları azaltılabilir.
Örneğin, bir zamanlar pek çok kişinin yalnızca uğur getirsin diye taktığı (Roth., 1957) maskeleri doğru ve doğru yerde sürekli takmayı ve çıkarmayı öğrenerek işe başlayabiliriz. Ve koronalı dünyada yolumuzu nasıl bulacağımızı öğrenene kadar da, her türlü politika, bilim ve ekonomik etkilerden sıyrılıp, bilimsel akılla yolumuzu aydınlatıp, toplumsal aklımızın içini doldurabiliriz.
KAYNAKÇA
• Adam, B., Beck, U., & Loon, J. V. (2000). Introduction: Repositioning Risk; the Challenge for Social Theory. In The risk society and beyond: Critical issues for social theory (pp. 1-31). London: SAGE.
• Beck. U., (1995a). Ecological Politics in an Age of Risk Cambridge: Polity Press
• Brown, P. (2020). Studying COVID-19 in light of critical approaches to risk and uncertainty: Research pathways, conceptual tools, and some magic from Mary Douglas. Health, Risk & Society, 22(1), 1-14. doi:10.1080/13698575.2020.1745508
• Harding, A. (2020, September 02). Coronavirus in South Africa: Scientists explore surprise theory for low death rate. Retrieved September 15, 2020, from https://www.bbc.com/news/world-africa-53998374
• Mythen, G., 2004. Ulrich Beck: A Critical Introduction to the Risk Society. Pluto Press
• Roser, M, Hannah R., Esteban O. Ve Joe H. (2020) - "Coronavirus Pandemic (COVID-19)". Published online at OurWorldInData.org. Retrieved from: 'https://ourworldindata.org/coronavirus' [https://ourworldindata.org/policy-responses-covid]
• National Geographic Society. (2019, June 05). Anthropocene. Retrieved September 15, 2020, from https://www.nationalgeographic.org/encyclopedia/anthropocene/
• Nygren, K. G., & Olofsson, A. (2020). Managing the Covid-19 pandemic through individual responsibility: The consequences of a world risk society and enhanced ethopolitics. Journal of Risk Research, 1-5. doi:10.1080/13669877.2020.1756382
• Scambler, G. (2020). Covid-19 as a ‘breaching experiment’: Exposing the fractured society. Health Sociology Review, 29(2), 140-148. doi:10.1080/14461242.2020.1784019
• South Africa. (n.d.). Retrieved September 15, 2020, from https://www.worldometers.info/coronavirus/country/south-africa/
• Thomson, K. (2020). By the light of the corona (virus): Revealing hegemonic masculinity and the double bind for men in responding to crises. Health Sociology Review, 29(2), 149-157. doi:10.1080/14461242.2020.1784773
• Tooze, A. (2020, August 01). The Sociologist Who Could Save Us From Coronavirus. Retrieved September 15, 2020, from https://foreignpolicy.com/2020/08/01/the-sociologist-who-could-save-us-from-coronavirus/