7. Sayı / 3. Kısım
Bir Başkadır
Kendimize Yönelttiğimiz
“Oryantalist” Bir Bakış
Burcu Olgunlu yazdı.
Herkesin dilinde bir dizidir gidiyor son günlerde; Bir Başkadır...
Yerlere göklere sığdırılamayan bu dizinin, özellikle seküler kesim tarafından bu kadar sevilmesinin sebebi neydi? Meryem karakterinin naifliği mi? Biraz da karikatürize edilerek sunulan ikilemler mi? Keskin karakterler mi? Dizinin çekim tekniği mi? Uzun repliksiz sahnelerin gerçekçiliği mi? Kendimizden bir şey bulmamız mı? Yoksa sadece bizden olmayanı, “öteki”ni izlemenin verdiği rahatlama hissi mi?
“Zambiya’da geçen bir sahne yazacaksanız, Zambiya’nın bayrağından orada yaşayan halkın nasıl kahvaltı ettiğine, nasıl flört ettiğine ve hatta halkın vücut diline kadar bilgiyi araştırmanız gerekir.”
Bir Başkadır...
Nedir onu bir başka yapan;
Meryem karakterinin naifliği ya da Peri karakterinin dindar bir “hasta”sını inançları yüzünden eleştirirken, kendisinin de şamanik ritüellere olan inancı arasında bağ kuramaması ve bunun izleyiciye karikatürize edilerek sunulması mıydı?
Evet, psikiyatriste giden “hasta”, psikoloğa giden “danışan” olarak adlandırılır; çünkü psikiyatrist altı yıllık tıp eğitiminin ardından dört yıllık psikiyatri eğitimi almış bir doktor, psikolog ise 4 yıllık psikoloji eğitimi üstüne klinik psikoloji yüksek lisansı yapmış kişidir.
Üniversitede senaryo dersimizde hocamız “Zambiya’da geçen bir sahne yazacaksanız, Zambiya’nın bayrağından orada yaşayan halkın nasıl kahvaltı ettiğine, nasıl flört ettiğine ve hatta halkın vücut diline kadar bilgiyi araştırmanız gerekir” derdi. Yukarıda psikolog/psikiyatrist açıklamasını tam da bu yüzden yazdım.
Cami cemaatinin doktora giderken bile izin aldığı ve bu konuda fetva vermeyi kendine hak sayan bir karakter, evlat edinerek hem kendisi ile hem de inandığı değerler ile ters düşüyor.
Daha dizinin ilk bölümünde Peri bile kendisinin psikiyatrist mi yoksa psikolog mu ayrımını yapmakta zorlanıyordu. Bir izleyici olarak biz ancak ikinci bölümde psikiyatrist olduğuna emin olabiliyoruz. “Histronik konversiyon”, “majör depresyon” gibi terimleri doğru kullanmak için araştırma yapılırken, psikolog/psikiyatrist farkının da net ortaya konulması gerekirdi ve bu, doğru diyaloglar ile Peri ve Gülbin karakterlerinin tıp fakültesinden mezun olduklarını dile getirmeden de yapılabilirdi.
Ya da biraz araştırma ile bir din görevlisi olan “hoca”nın, kendi inancına ters düşeceği için bir çocuğu evlat edinemeyeceği bilinirdi. Cami cemaatinin doktora giderken bile izin aldığı ve bu konuda fetva vermeyi kendine hak sayan bir karakter, evlat edinerek hem kendisi ile hem de inandığı değerler ile ters düşüyor.
Türkiye’nin toplumsal katmanlarını göstermek üzere yola çıkan bir yapım, melez katmanlardan da bahsetmemeli miydi? Gerçekten siyah ve beyaz kadar keskin bir çizgi mi var toplumsal katmanlar arasında? Gri alanlarımız yok mu?
Dizinin seküler kesim tarafından bu kadar “tutmasının” nedeni, belki de çok keskin karakterleriydi. Seküler kesim tarafından diyorum, çünkü bu dizi, bize “öteki”ni göstermeye çalışan bir özel platform yapımı. Biz ötekini, yine bir seküler kesim gözü ile görüyor ve eleştiriyoruz. Kaç gecekondu mahallesinde özel platformdan film ya da diz izleniyor ki? Ya da ülkemizde özel platformların yasaklanması tartışılmış bir konu iken, dindar ve muhafazakar katmanlardan “aile reisleri” evlerine bu platformların girmesine izin veriyor mu? Yine kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz anlayacağınız.
Gecekondu, rezidans, yalı ve orta sınıf apartman dairesi. Kimi yaşadığımız, kimi ekrandan görüp, bildiğimizi sandığımız yaşamlar. Kendimize yakın bir mekanı içselleştirip orada yaşayan karakter ile bağ kurmuş olduğumuz için mi bu kadar sevildi dizi? Türkiye’nin toplumsal katmanlarını göstermek üzere yola çıkan bir yapım, melez katmanlardan da bahsetmemeli miydi? Gerçekten siyah ve beyaz kadar keskin bir çizgi mi var toplumsal katmanlar arasında? Gri alanlarımız yok mu? Rezidanslarda tek başına yaşayan, “fucker” ıssız adamlar dışında, muhafazakar seküler kürt aileler de yok mu mesela?
Ana karakter Meryem değil de Gülbin olsaydı, biz yine Meryem karakterinin oyunculuğunu mu konuşacaktık?
Özellikle sosyal medyada çokça yer aldığı için Öykü Karayel’in oyunculuğundan bahsetmemek olmaz. Açıkçası oyunculuk eğitimi almış, yıllardır piyasada olan, pek çok yapımda yer almış oyuncuların bu rollerin altından kalkabilmesinde şaşırılacak bir şey bulamıyorum. Bulamadığım gibi, sosyal medyada bu kadar parlatılmasının da PR çalışmasından başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Kaçımız Öykü Karayel’in oyunculuğunun güzellenmesinden önce biliyorduk bu yapımın adını? Ya da ana karakter Meryem değil de Gülbin olsaydı, biz yine Meryem karakterinin oyunculuğunu mu konuşacaktık?
Dizide konuşulacak bir oyunculuk varsa o da şüphesiz Öner Erkan’ın can verdiği, serebral palsi hastası olan, Gülbin’in erkek kardeşi Rezan. Diğer karakterler bir şekilde hayatın içinde olan, gözlemlemesi kolay, belki de daha okul yıllarında defalarca çalıştıkları karakterler. Fakat Öner Erkan’ın canlandırdığı Rezan, ciddi bir gözlemin ve çalışmanın ürünü. Bu arada ufak bir itiraf; Rezan’ın hastalığının serebral palsi olduğunu merak edip internetten araştırarak öğrendim. O kadar gizem katılmış ki Rezan’ın hastalığına, dizide ne adı geçiyor ne sanı, hani neredeyse cin çarpmış çocuğa diye düşüneceksin. Neyse senaryo konusunu yukarıda kapamıştım.
Uzun uzun diyalogsuz sekansları da ne kadar seviyormuşuz da, haberimiz yokmuş.
Uzun uzun diyalogsuz sekansları da ne kadar seviyormuşuz da, haberimiz yokmuş. Hani bu ülkede doğup büyümemiş olsam, hiçbir fikrim olmasa ülkemde yaşayan insanların beğenileri hakkında, tüm Türk halkını Nuri Bilge Ceylan hayranı olduğunu ve Nuri Bilge Ceylan filmlerinin de haftalarca kapalı gişe oynadığını düşünebilirdim. Sinema mezunu bir insan olarak ben bile izlerken atlayarak gitmek zorunda hissettim kendimi. Hani diyorum belki yönetmenin burada izleyiciye geçmesini istediği bir duygu vardır da, o yüzden bu sessiz ve durağan çekimler diyorum, zorluyorum kendimi, ama olmuyor/olmadı.
Sanırım bizden başka bir kültürde, “Nerede o eski bayramlar” diye geçmişe duyulan özlemi dile getiren bir kalıp yoktur.
İşin özeti şu aslında, dizinin bu kadar geniş bir kitle tarafından sevilmesinin nedeni, yapımdaki 80’ler 90’lar referansları, o yıllara ait müzikler. o yıllarda yapılmış Yeşilçam yapımlarına duyduğumuz romantik duygular.
Sanırım bizden başka bir kültürde, “Nerede o eski bayramlar” diye geçmişe duyulan özlemi dile getiren bir kalıp yoktur, mesela. Bizim toplumsal hafızamızda eskiye duyulan özlem hep vardı. Ben daha küçücük bir çocukken annemden babamdan, hatta babaannemden dedemden duyardım bu sözü. Şimdi ben de bir anneyim ve bu cümleyi direkt kurmasam da, çocuğuma kendi geçmişimden, o yıllardaki özel günlerden söz ederken, yine aynı özlemle bahsediyorum. Hatta zaman zaman tam da bu cümleyle “nerede o eski bayramlar, eskiden bayramda tatile değil el öpmeye giderdik” bile diyorum yarı şaka yarı ciddi. Muhtemelen benim çocuğum da yıllar sonra kendi çocuğuna aynı cümleleri kuracak.
Diziye insert edilmiş, hafızamızda yer alan görüntülerin başarısıdır aslında dizinin başarısı. Çünkü şu an yazan, çizen, okuyan, izleyen, karakterlerle bağ kuran insanlar, tam da o yıllarda çocukluğunu yaşayan insanlar. 80’ler ve 90’lara ait görüntüleri ve müzikleri çıkarınca, aynı derecede alkışlanır mıydı emin değilim.
Nasıl Hollywood bir Ortadoğu filmi yaptığında tüm oryantalist öğeleri yan yana dizip “işte Ortadoğu” diyorsa, Bir Başkadır’da da izlediğimiz, özellikle alt gruplarda yaşayan, dindar ve orta sınıf olarak gösterilen, muhafazakar kesime oryantalist bir bakış açısıdır.
Aslında bizden olanı içselleştirmek için yola çıkan, fakat “öteki” olarak izlediğimizdir.
Burcu Olgunlu yazdı.