8. Sayı / 1. Kısım
KAHRAMAN MI OLDUK ŞİMDİ?
Pandemi döneminin kahramanlarından motor kurye Hüseyin Kocadağ’ı dinledik.
Röportaj: Harun Akkoyun
Bir röportaj, bazen koca bir hikayenin kısa bir özeti olabiliyor. Bugün, hayatımızda belki de empati yapıp yapmadığımızı bile hatırlamadığımız bir yaşam tarzını, bir karşıt bakış açısıyla konuşacağız. Bu dönemde öne çıkan sektör olarak adı anılan mikro taşımacılığın yüzü ve bu hizmetin temelini oluşturan birini, yani bir motorlu kurye, Hüseyin Kocadağ’ı dinledik
Konuşma, Hüseyin’in de işbirliği ile bazı yerlerde Sokratik diyaloglara dönüştü, aynen o şekilde bıraktık. Çıkacak sonuç da, siz değerli okuyuculara kaldı.
Üniversite mezunuyum ben, elektronik teknikeriyim. Üniversiteden mezun olurken hocama da söylemiştim, ben bu iş yapmam, motora devam diye.
S: Hüseyin merhaba, seni tanıyalım mı kısaca? Kaç yaşındasın, eğitimin nedir, nerede yaşıyorsun? Kaç senedir moto kurye olarak çalışıyorsun?
C: Merhaba, ben Hüseyin Kocadağ, 27 yaşındayım, Trakya Üniversitesi Elektronik Teknikerliği mezunuyum. Kaç senedir moto kurye olarak çalışıyorum... 10-12 sene olmuş abi. Çok gençtik başladığımızda. Hala da öyleyiz de, o zamanlar çocuktuk da biraz. Üniversitede okurken de yaptık. Bırakamadık zaten.
S: Çocuktuk derken?
C: Çocuktuk abi, öğrenciydik. Boş zamanlarda yapıyorduk. Evet o zaman yaşımız küçüktü ama hem ehliyetsiz hem de sigortasız bir kuryelik dönemim oldu maalesef. Ama yaşımız erdi, üniversiteden mezun olduk, çocukluk baki kaldı. Üniversite mezunuyum ben, elektronik teknikeriyim. Üniversiteden mezun olurken hocama da söylemiştim, ben bu iş yapmam, motora devam diye. Öyle de oldu. Mezun olduk ama işin şartları aynı kaldı, çocuk gibi. Ehliyeti aldık ama sigorta yine yoktu. Bugünlerden o zamanlara baktığımda kendime biraz da kızıyorum diyebilirim, keşke böyle risklere girmeseydim. Bir taraftan da bakınca hala böyle eleman çalıştıran sorumsuz işletmeler olduğunu görüyorum, motorcular istese de yapmasınlar, üç kuruş için değmez.
S: Dertlisin bu konuda, daha ilk sorudan kendine kızmaya başladın? Ne gibi risklere girdin?
C: Doluyuz abi, senelerdir dolmuşuz ondandır. Riskler ne olacak, hiçbir güvencemiz yok, onu geçtim. Ama bugün motorcu abilerimize sorun, yaşı 35 üstü olanlara, nefes alamazlar. Çünkü delikanlılığın verdiği hevesle senelerce mont giymemiştir, kask takmamıştır. Gençken kaldırır vücut, ama yıllar vurunca vücuda, o zaman çıkar acısı. Ben de yaptım aynı hataları ama erken öğrendim doğruyu onlara göre. Motorculuk özgürlüktür abi. Motorcu adam başka iş yapamaz zaten. Yerinde duramaz. İki üç sene yaptıysa bu işi zaten anla ki o adam motorcudur. Ne yaparsa yapsın dönüp dolaşıp yine bu işi yapar. Ama özgürlükle enayilik arasında fark var. Kendimize bakmamız lazım. Onu biraz geç öğrendim ben.
Motorculuk özgürlüktür abi. Motorcu adam başka iş yapamaz zaten. Yerinde duramaz. Ama özgürlükle enayilik arasında fark var. Kendimize bakmamız lazım.
Hiçbir ücret o şartlarda çalışmanın bedeli, “canımın bedeli” olamaz!
S: Öğrenmişsin sonuçta. Gençsin hala. Başka neler hatırlıyorsun bu dönem dair?
C: Abi vallaha 24 çektiğimiz (24 saat aralıksız çalışmak) günleri hatırlıyorum. Eskiden günlük para verilirdi, böyle maaş usulü çalışmazdık. Mesela 2009 yılında 24 çekmek 100 lira idi. Şimdi düşününce o günün şartlarında günlük fena para değil gibi görünüyor olabilir. Ama hiçbir şey o yorgunlukla o şartlarda çalışmanın bedeli olamaz. “Canımın bedeli” olamaz demek istiyorum.
S: “Canımın bedeli” derken biraz imalıydın? Ne demek “canının bedeli”?
C: Öyle derlerdi o zaman, mesela maaşlı çalışan motorcunun maaşı 1.100 liraydı. 600 lira asgari ücret, 500 lira da “canının bedeli” derlerdi. Yani başına bir şey gelirse diye. Çünkü başına bir şey gelirse kimse seni tanımaz.
Sigortalı olarak bir dükkanda çalışıyorsan da... aslında en kötüsü o biliyor musun?
S: Geçmişi pek iyi yaad etmediğin kesin, biraz detaylardan bahseder misin bize?
C: Eskiden sabit çalışma olmadığı için, esnek çalışma saatleri konusu bizim için üretilmiş bir şey olduğunu düşünüyordum. Yani siz adama belirli bir maaş vermezseniz 10 lira fazla verene kaçar gider. Bu olduğu zaman, ya da diyelim ki insanız ailevi, özel bir durumum oldu ve işe gelmedim, işte o gün işi bana devredecek önceki arkadaşımı yaktım. 12 saat oldu 24 saat, eğer 24 yapmışsa 48’e doğru giden bir yolculuk da olabiliyordu.
Aslında şu anda da çok farklı değil bazıları. Bugün abartmıyorum çalıştığım bölgede 400 kurye varsa yarısına yakını yine kasksız, yine korumasız, yine güvencesiz. Sigortalı olarak bir dükkanda çalışıyorsan da... aslında en kötüsü o biliyor musun?
S: Nasıl en kötüsü, deminden beri güvencesiz olmaktan bahsediyorsun? Sonuçta sabit maaşlı çalışan olarak güvenceye sahip olmuyor musun?
C: Kendi motoruyla çalışan birçok kurye görmeme rağmen, yine de eskiden beri işletmeler kendi motorlarını alıp kuryeye verirlerdi genel olarak, ama o kadar. Ne yağmurluk ne kask ne de korumalık başka hiçbir şey vermezler. Bu birkaç tecrübenin söylemleri değil gerçekten geçmişte bunlara çok fazla şahit oldum.
İyi şartlar kurumsal firmada orada strese girmezsin, çünkü işi bölerler, küçük dükkanlarda ise paket çok eleman azdır. Hizmet kalitesi de düşer, olmayacak bir şeyi oldurmaya çalışırlar olmayınca da suçlu zaten bellidir.
Dükkan olası bir kaza durumunda bu eleman garsondu, motoru almış götürmüş dediği noktada, sizin yapacağınız pek bir şey kalmıyor maalesef.
S: Suçlu derken, dükkan sahibi motorcuyu mu suçluyor?
C: İşin özeti sahiplenilmemek üzerine aslında, nasıl bir sahiplenilmemek bu derseniz; iş çalıştığınız dükkandan başlıyor. Dükkan olası bir kaza durumunda bu eleman garsondu, motoru almış götürmüş dediği noktada, sizin yapacağınız pek bir şey kalmıyor maalesef. Bu da insanların size burun kıvırmasına adamdan saymamasına sebep oluyor. Yalnız ülkemizde, motorsikleti araç olarak görmemek gibi bir problem de var. Kabullenemediler hala, küçük diye ciddiye alınmıyor, belki de bilmiyorum ama motorcuya sinyal verilmiyor, çoğu zaman mesela burada kuryelik, paketçilik konusunun dışında. Memleket insanının alışkanlığından bahsediyorum. Bu sorunu en çok hisseden de, en çok motor kullananlar olarak bizleriz.
S: Kaza konusuna takıldım, nasıl sıyrılıyor bu işten hak iddia etmiyor musunuz?
C: Etmez olur muyuz? Artık işler değişti devletimiz sağ olsun iş mahkemelerine konuyu taşıdığımız zaman bizi haklı buluyor. Hakkımızı artık arayabiliyoruz, hızlı sonuçlar alabiliyoruz. Ama tabi bir de işin sigortasız çalışanlar tarafı var. Onların kendini ispatlaması gerekiyor. Çalışma arkadaşı, esnaf gibi birçok şahit bulması gerekiyor. Yine olan onlara oluyor yani. Tabi mahkemelerde de sonuç alabilen arkadaş sayımız bir elinin parmakların geçmez, patron adam isterse sıyrılmanın yolunu buluyor.
Yağmuru ben yiyorum, size ne oluyor!
S: Şartlar demişken, bir kuryenin en zorlandığı zaman hangisidir?
C: Yağmurlu günler… Yağmur motorcunun kaos günleridir. Dikkatinizi normalin üzerinde bir seviyeye getirmeniz gerekir, ıslak zemin ve kitlenmiş trafik arasındasınız. Bir de o günler araç şoförlerinin çevre kontrolleri minimuma düşer. Burada araç şoförlerine bir parantez açmak isterim; biliyorsunuz motorun kaportası motorcunun kendisidir, denir. Yağmurlu günde de sanki yağmuru ben yemiyorum da araç içindekiler yiyormuş gibi, herkeste müthiş bir panik başlıyor. Bu panik bize hiç yaramıyor tabii, o yağmurda kendini mi kollayacaksın motoru mu, yoksa paketi mi zamanında yetiştireceksin. Panik ortamında bir de vurdumduymaz insanlar var. Telefonuna bakıp dikiz aynasına bakmadan, sinyal vermeden önünüze her an biri aracını kırabilir. En ufak aksilikte de zaten yağmur var diye ben fırça yiyorum. Yağmuru ben yiyorum, size ne oluyor!
Bu konuyla ilgili birkaç şey de müşteriler hakkında söylemek gerekiyor, bahsettiğim kaos gününde dükkanı arayıp nerede kaldı paketim baskısı yapılır. Yapmam diyen müşteri yalan söyler, yağmurlu günde dükkanların telefonu susmaz paketim nerede kaldı diye. Sonunda da siz müşteri kapısına gidersiniz ve “özür dilerim geç kaldım” dersiniz, onun cevabı ise “hiç önemli değil, teşekkürler” olur. İşte bu beni benden alan şeydir. Madem önemli değil neden öyle davrandınız ki, dükkanı arayıp fırça çektiniz?
Motorculara yemek kartı verildi mesela diğer çalışanlar gibi, çalışan olma hakkı kazandık biz yani. Gülmeyin, vallaha durum böyle.
S: 10 yıl önce ile bugünü kıyaslayınca neler söylemek istersin?
C: Birçok şey söyleyebilirim, mesela geçmişte motorcu çalıştıran dükkan kuryesini dükkanın içine sokmazdı. Kapıda motorun yanında ve üstünde bekleme geleneği vardı. Bir çay almaya gidemezdin. Şimdi motorcu bölümü, odası oluşturan işletmeler var. Değişti yani. Sonra motorcudan paspas atması, çöpü atması istenirdi. Bu işler ona yüklenmeye çalışırdı. Şimdilerde nispeten istenmiyor diyebilirim. Bugünlerde ise tabi çok şey bir anda değişti. Artık bir teslimata gittiğimiz zaman bile evinde çay vereyim mi diyen müşteriler, teslimattan döndüğünde gel sıcakta ısın diyen işletmeler var ????
S: Şartlarda iyileşme var yani?
C: Ya var tabi olmaz mı, gittikçe daha iyiye gitmek de zorunda. Eskiden sabah, öğle ve akşam çalışırdın, adam sana sadece öğle yemeği verirdi. Şimdi işler değişti, pandemiden önce de böyleydi, motorcu da bizim personelimiz tavrına ulaşılmaya başlandı. Yemek kartı verildi mesela diğer çalışanlar gibi, çalışan olma hakkı kazandık biz yani. Gülmeyin, vallaha durum böyle.
Motorcu olarak girdiğim yerden tantuni ustası olarak çıktım!
S: Peki bu iyileşmeler genel mi, yoksa hala eski düzen çalışma durumu var mı bazı yerlerde?
C: Tabi hala çok kötü yerler de var. Biraz da ben akıllandım, kötüleri dikkate almaz oldum. İşin bu haklara sahip olmayan kesimi hala var tabi. Kurumsal bir işletme ya da şimdi paketçiliği kurumsal hale getirmiş firmalardaysan iyisin. Değilsen sıkıntı. Kötü örnek bir dükkanda bizzat yaşadığım bir anımı anlatayım; motorcu olarak girdiğim yerden tantuni ustası olarak çıktım. Evet bugün motorcu olmasam o işi yaparım.
S: Nasıl yani? Tantuni mi yapıyordun?
C: O kadar her işi yaptırdılar ki bana orada, usta hastalandı, bir baktım 3 haftadır ben ustalık yapıyorum. Öğrenmişim işi fark etmeden.
S: Nasıl olur ki bu fark etmeden?
C: Patronun gözüne batıyorsunuz paket yokken. Orada boş oturuyor olmanız onu rahatsız ediyor. Bir işin ucundan tutun istiyor. Çöp atmaktan, yemek yapmaya her şey istenebilir sizden.
S: Senin de elinden her iş geliyor, biraz da ondan sanırım?
C: Evellallah! Tabii ki şartlar onu gerektirdiği için öğrendim, yoksa motor kanınıza bir kez girdi mi bırakamazsınız. Ben motorculuktan başka iş yapamam.
S: Paket teslim süresi kaç dakika?
C: Bu sektörün uzun süre anlaşamadığı bir konu oldu. Şöyle söyleyelim, önce Domino’s 30 dakika ile kendine bir kural koydu ve bu kuralı tüm paket servis yapan dükkanlar sahiplendi. Sonra da yemeksepeti standardı 45 dakika olarak belirledi. O gün Domino’s kendini 30 dakikaya kilitlediği için çok pişman olmuştur eminim (gülüyor).
Bana göre 45 dakikanın altında bu hizmet verilemez. İstisnai olarak da 5-10 dakika artabilmelidir. Artmalıdır ki hata payını düşürelim temiz iş yapalım.
S: Peki paket, daha erken sürede isteyen müşteri haklı mıdır?
C: Hayır değildir.
S: 45 dakikada isteyen müşteri haklı mıdır peki?
C: Yani, olabilir, her zaman değil. Yağmurda değil mesela.
S: 45 dakika + 10 dakika desek?
C: Olabilir.
S: 55 midir yani doğru süre?
C: Yok öyle demeyelim de, bir yer de de haklı olması lazım müşterinin (gülüyor). İşin şakası bir yana, daha kısa sürede gelmesi için bir dükkanda yemek saati en az 5-6 kurye olması lazım. O da mümkün değil?
Neden mümkün değil?
Ödeyemez ki parasını.
Kim ödüyor bunu getirmen için senin paranı?
Dükkan ödüyor abi.
Müşteriden alıyor mu bunun parasını? Ben eve sipariş verdiğimde dükkandaki fiyatla aynı fiyata alıyorum?
Bir şekilde alıyor abi.
Nasıl bir şekilde alıyor?
Fiyatın içine paket parasını da ekliyorlar abi.
O zaman dükkana gidip yediğimde de paket parası mı veriyorum boş yere?
Yok öyle olmaz, doğru söylüyorsun abi. Üstüne eklemesi lazım taşıma parasını.
Yemeksepeti’nde yasak mesela bunu eklemek?
Evet yasak, ekleyince kapatıyor dükkanın hesabını ceza olarak.
Nasıl olacak o zaman, dükkan sana, satamadığı bir hizmet için para ödüyor.
Vallaha öyle abi galiba.
Yemeksepeti, Vale hizmeti için dükkandan para alıyor, dükkan bu hizmeti satamıyor. Karışık geldi bana.
Yemeksepeti Vale hizmeti için para mı alıyor, aldığı komisyonun içinde değil mi o hizmet?
Soruları sen sormaya başladın şimdi :) Evet öyle oluyor tabi.
Ben bilmiyordum abi bunu, anlatmaz dükkanlar bize bunları. Biz sadece getir götür yaparız. Ama sonuçta ben dükkana hizmet veriyorum, müşteriden bunun karşılığını almıyorsa bana ne abi. Ben işimi yapıyorum, paramı alırım, gerisine karışmam.
Haklısın.
Diyelim ki hata oldu mesela siparişte, içecek var ama unuttun ne oluyor?
Geri gidip almam gerekir, bu da tabi işletmeyle gerginlik yaşamamıza sebep olur. Vakit kaybı ve buna bağlı para kaybı demek işletme için. Dediğiniz gibi genelde içecek unutuluyor, ben bir kez gidip en yakın marketten alıp vermiştim müşteriye. Ama işletme bana parasını ödemedi.
Nasıl ödemedi, sonuçta ürünleri müşteriye satıp parasını aldı değil mi?
Evet aldı, ama ben bakkaldan daha pahalıya almışım. O zamanlar kolayı 1,75’e alıyordu toptan, ben bakkaldan 2,5 TL’ye almışım. Aynı ürünü dolaptan alıp içebilirmişim, 4 kolam oldu, hem de şirketten (gülüyor). Bu da son oldu tabi, bir daha yapmadım böyle bişi.
Bu arada kolayı müşteriye kaç liraya satıyordu?
5 lira abi.
Ben artık İletmenim moto-kurye değil, marka da İletmen, firmamın adı ve yüzüyüm, benimle var olan bir hizmet sunuyor.
Şimdilerde nasıl gidiyor moto kuryelik?
Şimdi kurumsal bir çatı altında, İletmen bünyesindeyim. Esnaftan alıp müşterisine teslim etme hizmeti veren bir firma. Esnaf dediğime bakmayın, UPS kargolarını da dağıtıyoruz. Bölgede eve teslim edilecek ne varsa. Kaskım, korumalarım, montum her şeyim veriliyor. Ben artık İletmenim moto-kurye değil, marka da İletmen, firmamın adı ve yüzüyüm, benimle var olan bir hizmet sunuyor. Öyle anlattılar bize, inanmadım başta ama öyleymiş. Bir kaza yapsam beni koruyacak ekipmanım ve arkamda duracak bir şirketim var. Müşteri haksızlık ettiğinde arkamda duran bir firmadayım, ezbere beni suçlayan değil. Bu yüzden geçmişe göre bugünler çok daha iyi diyebilirim mesleki koşullar açısından. Bu modelin en sevdiğim yanı da, kendi kendimin patronu gibiyim, çalıştıkça daha çok kazanıyorum.
Değerimizin anlaşılması için, virüs mü olması gerekiyordu?
Pandemiye gelelim, neler değişti, neler oldu hayatınızda? Tepkiler nasıl? Sonuçta elini taşın altına koyan bir sektör?
Evet, herkes evdeyken biz çalışan bir sektör olarak elimizi taşın altına koyduk gerçekten. Bir musibet bin nasihatten iyidir derler ya öyle oldu bizim için. Bir virüs girdi hayatımıza ve bize karşı ilginç şekilde algıyı değiştirdi, değerimiz anlaşıldı. Reklamlarda kuryeler görüyoruz. Kahraman diyorlar bize, bu alışık olmadığımız bir tavır, bir yandan üzücü bir yandan da sevindirici ama insan sormadan edemiyor, değerimizin anlaşılması için, virüs mü olması gerekiyordu?
Esnafın tavrında ne gibi değişiklikler oldu?
Eskiden garsona ezdirirlerdi bizi, garson motorcuya çöp attırmaya çalışırdı. Patron da desteklerdi tabi, ama artık işler değişti, esnafın artık garsonu kalmadı, hatta bizden başka kimsesi kalmadı. Firmanın yüzü biz olduğumuz için maskemizi, eldivenimizi eksik etmiyorlar. Kasaya giren paranın neredeyse tümü paket servisten geçiyor. Durum böyle olunca tabi iş değişiyor ilgi, alaka ve şartlar iyileşiyor. Gerçi bu dönemde motorcu almayıp garsona paket attıranları da duyuyoruz ama akıllı dürüst esnaflar bunu yapmıyor tabii ki.
Malesef şunu da biliyoruz, geçici bu durum. Çıkar birlikteliği derler ya, öyle, bana ihtiyacı kalmayınca kapıda bekleriz biz yine.
Sanki virüs eşittir kurye… Kahraman olmuştuk hani?
Peki olumsu bir etkisi oldu mu pandeminin?
Olmaz mı? Sanki virüs eşittir kurye… Özellikle sitelerde oturan, yani bir güvenliği, bir yönetimi olan alanlarda işimiz inanılmaz zorlaşmaya başladı. Müşterinin tavrı; ‘’yüzümü göremezsin, ama paketimi nasıl getirirsen getir.” Tamam, temassız teslimat uygulaması başlattık, elimizden geleni yapıyoruz, ama gerçekçi olmak gerekirse, çoğu zaman bu mümkün olamıyor. Çünkü müşteri ücreti kapıda ödemek istiyor. Ama temassız olsun istiyor, nasıl olacaksa. Böyle olunca da ilginç tepkilere maruz kalıyoruz.
Bir de HES kodu konusu var. Özellikle siteler hes kodu olmadan giriş yapmamıza izin vermiyorlar. Tamam kod gösteriyoruz ama biz de kendi güvenliğimiz için fırsatını bulmuşken müşterinin HES kodunu görmek istediğimizi belirtiyoruz. Öyle ilginç şeyler oluyor ki, müşteriler arasında pozitif olanlara rastlıyoruz, sitenin ve komşularının bundan haberi yok. Gizliyorlar korona olduklarını. Bana bir bulaştırsa, tüm mahalleye yayacağım, ama kendince kendini koruyor. Sonra da benden şüpheleniyor. Düzenli testimizi yaptırıyoruz, sürekli maske içinde nefessiz kalıyoruz, dezenfektan koklamaktan bir hal olduk. Ama biz riskli görünüyoruz. Sormak istiyorum; kahraman olmuştuk hani?
Motorculuğu seviyor musun?
Abi motorculuk hastalığı diye bir şey var. Adam başka bir iş yapamıyor, seviyor. Başka meslek yapamıyor. Ben de öyleyim, dediğim gibi böyle olmasam gider tantuni ustası olurum. Zaten bu iş sadece sevilerek yapılacak bir şey bence, çünkü sağlığınızdan oluyorsunuz. İster inanın ister inanmayın yıllarca her türlü hava koşulunda rüzgarlara, soğuklara, sıcaklara maruz kalmak çok yıpratıcı bir şey. Ama her şeye rağmen motorcu hiperaktif insandır, rahat etse başkasını rahatsız eder bu yüzden seviyorum mesleğimi…
Bu mesleğin daha iyi yapılabilmesi için önerilerin var mı?
Öncelikle denetlemeyi öneririm, yani yetkililerin bu mesleği incelemesini ve yapılma şeklini denetlemesi gerekiyor. Sigortasız çalıştırılanları tespit etmesi, ucuza, yasadışı çalıştırılan ortalıkta çalıştırılan bir sürü yabancı uyruklu Suriyeli, Türkmen kişilerin denetlenmesi gerekiyor. Ucuz iş gücü işi değil bu iş. Suriyeli de olsa iyi paraya yapmalı bu işi. Sağlık söz konusu.
Devlet, dükkana girip, çalışan motorcunun sigortasını sorarak başlasa bile yeter. Sonra da ekipmanını sorsun, çok şey değişir. Bak o zaman müşteri de para öder buna biliyor musun, kötü örnekleri gördükçe hor görüyorlar bizi. Halbuki o çocuklar da ekmeğinin peşinde. Geçtim o yollardan biliyorum.
Bu mesleğe girişin bir standardı olması gerekiyor. Demin de belirttiğim gibi en önemlisi sağlık. Şahsen 18 yaşında olsam yine bu mesleği tercih ederim ama sağlığıma daha çok dikkat ederim. Ekipmanımı eksik etmem. Sağ olsun bu kafaya İletmen getirdi beni. Bak, devlet baba düzenleme getirecekse, benim lafıma kulak verecekse, en önemli önerim de emeklilik yaşı. Motorcu 65 yaşında emekli olacak biri değil. Buna bir düzenleme getirilmeli.
Son olarak yeni yılda kimden ne istersin?
Müşterilerden;
Kapılarına gittiğimde paralarını hazır etmelerini isterim, evde para, kredi kartı aramak gibi şeyler olmazsa hem yemekleri soğumaz hem de kimsenin zamanını çalmamış olurlar.
Araç sürücülerinden;
Yağmurda daha anlayışlı olmalarını isterim. Bizim kaportamız gövdemiz, eve biraz daha geç giderlerse biraz zaman kaybederler, bizse hem işimizi hem hayatımızı korumaya çalışıyoruz.
Dükkan sahiplerinden;
Motorculara en başta insan, sonra çalışan muamelesi yapmasını bizim de dükkanın parçası olduğumuzu hissettirmesini isterim.
Motorcu arkadaşlarımdan;
Bu işi severek yapanların yapmasını isterim.
Teşekkür ederim.
Taşımacılık, binlerce yıldır farklı yöntemlerle yapıldığı gibi, binlerce yıl sonra da bambaşka yöntemlerle de olsa devam edecek. İşin tanımı insan hayatının bir gerekliliği. Bu yüzden, çok geniş kapsamlı bir tabir olan taşımacılık, altında makro ve mikro ölçekte bu işi icra eden birçok şirket, yöntem, kişi ve teknoloji barındırıyor.
Pandemi döneminde ise bizler evlerde iken, mikro düzeyde evimize servis yapanlar çok konuşulur oldu. İstedik ki, reklamlarda da hamaset, ana haberde de 10 saniye ayrılan kuryelere, biraz daha kulak verelim. 2020 yılının psikolojik anlamdaki zorlayıcılığı eşliğinde, ev odaklı yaşamımız sürerken, dışarıdaki hayatı, bu hayatın geçmişinden bugüne süregelen akışını anlamaya çalıştık.
İnsanın değerli olmasıyla verimli olması arasındaki kolerasyonun tüm dünya için zorlayıcı olduğu bir dönemdeyiz. Birilerinin zihninde farklı kapılar açılıyor. Hayatın realist yönü tokadını yüzümüze bir kez daha çakıyor.
Röportaj: Harun Akkoyun
SANATTAN NE HABER?
Alef, Türkiye’nin İlk Mistik Polisiye Dizisi, 2020’nin En İyi 15 Uluslararası Dizisinden Biri!
Türkiye’de mistik polisiye türünün ilk örneği olan Alef, dünyanın en prestijli dergilerinden Variety’nin hazırladığı ‘2020’nin Uluslararası En İyi 15 Dizisi’ listesinde ilk sırada yer aldı.
Başrollerinde Kenan İmirzalıoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan ve Melisa Sözen’in yer aldığı dizi Variety dergisinin listesindeki tek Türk yapım olması ile dikkat çekti. Yönetmenliğini ödüllü Emin Alper’in, senaryosunu Emre Kayış’ın, müziklerini Mercan Dede’nin, yapımcılığını ise MAY Productions’ın üstlendiği Alef, adını daha çok duyuracak gibi görünüyor. Gizemli cinayetler ve sırlarla dolu bir dünyanın kapılarını açan Alef kaçıranlar ve yeniden izlemek isteyenler için Alef, FX ve BluTV’de.
YENİ YIL PROGRAMINIZDA YER AÇIN! MURAT KARAHAN KONSERİ İŞ SANAT’TA!
İş Sanat'ın yeni yıl konseri için merakla beklenen konuğu ünlü tenor Murat Karahan oldu. Bilkent Konser Salonu’nda seyircisiz canlı olarak kaydedilecek konserde Karahan’a, orkestra şefi Erol Erdinç yönetimindeki Limak Filarmoni Orkestrası eşlik edecek. Türk Sanat Müziği’nden aryalara ve sevilen pop şarkılarına uzanan özel repertuvarıyla, 31 Aralık akşamı saat 23.00’ten itibaren İş Sanat’ın sosyal medya hesaplarından ve internet sitesinden yayımlanacak. Kaçıranlar sezon sonuna kadar ücretsiz dinleyebilecekler.
MODA SAHNESİ ‘’SAHNEDEN NAKLEN’’ SEYİRCİ İLE BULUŞUYOR.
Korona virüsü salgını kapsamında alınan önlemler ve yapılan kısıtlamalar nedeniyle fiziki mekânda faaliyetlerini sürdüremeyen pek çok sektör inovatif yöntemlere başvuruyor. Özellikle tiyatro ve konser etkinlikleri için internetten canlı yayınlar en uygun yöntem. Moda Sahnesi de ‘Sahneden Naklen’ projesiyle sahnede seyircisiz ve canlı olarak oynayarak izleyicisiyle buluşturuyor. Böylelikle oyunlarını seyircide sayısı kısıtlaması olmadan tiyatro severler ile buluşturabiliyorlar.
Moda Sahnesi’nin ‘Sahneden Naklen’ adıyla duyurduğu programdaki oyunlara biletleri buradan temin edebilirsiniz.
“FOTOĞRAFLAR VE HABERLERİYLE İSTANBUL HAFIZASI” KİTABI YAYINLANDI.
İBB Kültür Daire Başkanlığı Basın Yayın Müdürlüğünce şehrin sosyokültürel hayatına ve görsel hafızasına katkı sunan, “Fotoğraflar ve Haberleriyle İstanbul Hafızası” isimli kitap iki cilt olarak yayınlandı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarından İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar geçen yirmi yıllık süreçte, her bakımdan çehresi başkalaşan eski başkent İstanbul’un geçirdiği değişimlere her sayfada tanıklık edeceksiniz. Yılların getirdiği değişimin vatandaş üzerinde bıraktığı etki ve izlere dair ilginç veriler sunan kitap, İstanbul’da yaşanan toplumsal olayları, şehrin önemli karakterleri, eğlence mekanlarını, bir bölümü kaybolan meslekleri ve mimari eserleri fotoğraf ve haber metinleriyle de anlatıyor.