9. Sayı / 2. Kısım
ANLIK DEĞİŞEN KAVRAMLAR
Değişmeyen tek şey bencilliğimiz
Yazan: Atıl Ünal
Tüm dünya büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyor. Bütün kavramlar yeniden tanımlanıyor. “Değişim kaçınılmaz! Zamana karşı direnen kaybeder” gibi beylik cümleler de tüm analizlerin vaz geçilmezi. Peki kavramlardaki değişikliğin sebebi içinde bulunduğumuz büyük değişim mi? Beş dakika arayla aynı kavramı çıkarımız gereği farklı amaçla kullanıyor olabilir miyiz?
Evet, kavramları çıkarlarımıza feda ediyoruz.
Cevabı en baştan vereyim. Emin olun, dünyada yaşanan bu koca değişimi bile kendi çıkarımız için kullanıyoruz. Hatta şu anda sistemler, tam da bu yüzden yıkılıyor. Yaratıcı olması öğütlenen insanoğlu, potansiyelini sonuna kadar kullandı ve işine geldiği şekilde o kadar çok esnetti ki sistemleri, esneyecek yer kalmadı. Şu anda kendi bozduğu sistemlerin bozukluğuna isyan eden bir dünya toplumuna bakıyoruz. Milliyetçiliğin yükselmesinin sebebi de, kendi çıkarlarına göre işleyen yeni bir sistem kurma iddiası aslında. Dolayısıyla “Evet, kavramları çıkarlarımıza feda ediyoruz.”
Olguları ifade ederken kullanacağımız kavramlar anlamlarını kaybederse bırakın ortak akıl oluşturmayı, tartışmak bile imkansız hale gelebilir.
Tartışılması gereken, bu gidişatın sonunun nereye doğru evrileceği veya herhangi bir yere evrilip evrilmeyeceği. Aydınlanmacı felsefe, ileriye doğru bir gidiş muştalıyor, ama şu anda binlerce yıldır oluşmuş, modern medeniyetin yapı taşlarını oluşturan kavramların altını boşaltıyoruz. Aynı tartışma içerisinde iki radikal görüş aynı kavramla birbirini suçlarken, o kavramın nesnel pozisyonunu koruması mümkün mü? Olguları ifade ederken kullanacağımız kavramlar anlamlarını kaybederse bırakın ortak akıl oluşturmayı, tartışmak bile imkansız hale gelebilir. Çok mu soyut oldu? Yazının başlığına dönelim, anlık değişen kavramları örneklendirelim.
Adil / Adalet
Hepimizin en temel ihtiyacı adil bir toplumda yaşamak. Kişisel olarak, sınıfsal olarak, ulusal olarak, adalet istiyoruz. Ve teoride bunu herkes için istiyoruz. Peki pratikte?
Brecht Kafkas Tebeşir Dairesi oyununda, aslında tam olarak adalet kavramının öznelliğini tartışır. Bir bebeği terk eden öz annesi seneler sonra döner ve çocuğu onu büyüten üvey annesinden geri almak ister. Nesnel adalet çocuğun öz annesine ait olduğunu söyler, mantıklı olan da budur, öyle değil mi? Ama hakim böyle yapmaz, bir daire çizer ve çocuğu ortasına koyar. Çekerek çocuğu dairenin dışına çıkaran, çocuğun velayetini alacaktır. İki kadın iki kolundan tutup çocuğu çekiştirmeye başlar. İzleyenler tezahürat eder, çocuğun canı yanmaya başlar, olay seyirlik bir hale bürünür falan derken, üvey anne birden çocuğu bırakır. Öz annesi alır ve gururla hakime döner. Hakim üvey anneye sorar, neden bıraktın diye, “canı yanıyor çocuğumun, kıyamadım.” Sonuç; hakim çocuğu üvey anneye verir ve tüm oyun bu tartışma üzerine ilerler. Adil miydi bu karar? Kim için?
Hangi koşulda taciz kişisel bir suçtur, hangi koşulda failin bağlı olduğu kurum/kuruluşu da bağlar?
Gündemimizi sürekli meşgul eden kadına karşı şiddet yasasında da durum aynı. Yasanın değişmesine veya İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız yok aslında. Hakimlerin elinde, toplumsal adalet kavramına zarar vermeyecek şekilde karar verecek bütün enstrümanlar var. Ama nesnel hukuk kılıfında, hakim erkek görüşüne göre karar vermek işlerine geliyor. Hakimin kadın olması da bu durumu değiştirmiyor, alışılmışa uygun karar vererek onaylanmak, nesnel adaleti uygulayarak riske girmekten daha fazla işine geliyor. Bir taciz/tecavüz davasına nasıl tavır alacağını, davanın sanığının kim olduğuna göre karar verenler için adalet nedir? Hangi koşulda taciz kişisel bir suçtur, hangi koşulda failin bağlı olduğu kurum/kuruluşu da bağlar? Suçun kişiselliği ilkesi failin kim veya kurumun ne olduğuna göre değişir mi, yoksa evrensel midir?
“Sanırım adaletin adil olmadığı sonucuna varmak adil olacaktır.
Yoksa sorun tabi ki bizlerde değil”
Amerikan seçimlerinde adil bir seçim isteyen Cumhuriyetçiler ile Demokratlar aynı adaletten mi bahsediyor örneğin? 2016 seçiminde Google, Facebook, Twitter gibi teknoloji devlerinin reklam algoritmalarının sunduğu hedeflemeli reklam stratejileri ile seçim kazanırken Trump’a göre adil olan sistem, 2020’de kaybettiğinde adil değildi. Aynı şekilde Nancy Pelosi 2016’da seçimin adaletsiz olduğunu Twitter’dan duyururken, 2020’de Twitter aynı eleştiriyi dile getiren Trump’ın tweetleri engellendi. Burada değişen adalet kavramı mı, yoksa çıkarlar mı?
Adaletle ilgili ilk teorileri ortaya atan Platon ve Aristo toplumun %80’ini oluşturan köleleri yok varsayarak kurmadı mı zaten bu teorileri. Daha o gün çıkarlara göre bir tanım yapılmamış mı? Teorilerinde birbirleri ile devlet için mi birey için mi diye anlaşamadıklarını söylemiyorum bile.
“Sanırım adaletin adil olmadığı sonucuna varmak adil olacaktır. Yoksa sorun tabi ki bizlerde değil.” Böyle beylik lafları üreten köşeye sıkışan bencil benliğimiz mi?
Eşitlik
Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nin 1. Maddesi; “Tüm insanlar özgür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar ve öyle kalırlar” şeklindedir. Yıl 1789, daha öncesinde Kuzey Amerika koloni devletlerinde de dillendirilmiş eşitlik ilkesi. Bir çok medeni kavrama göre nispeten yeni bir kavram. Ama çok işlevli olmalı ki, çok çabuk sahiplendik tüm insanoğlu olarak. Bu kavram biraz da bencil egomuz için bulunmaz bir nimet oldu. Eşitlik ilkesi gereği devletler yıktık; başka eşitsizlikler yaratmak için...
“Primus inter pares” – “Eşitler arasında birinci”
Kadınları ikinci sınıf vatandaş olarak kabul eden bir yaşam sürerken, anayasanın maddelerinde eşitlik yazan mebuslarımız ne kadar eşitlikçi idi mesela. Sınıf eşitsizliği mücadelesi verirken kadın meselesi tali meseledir diyen solcularımız? Başörtüsü konusunda eşitlik mücadelesi veren kadınları “karafatma” diye kovalayan laikler? Dini görüşleri gereği dışlanmak istemezken, cinsel tercihi için tüm lgbti+ bireyleri dışlayanlar?
“Primus inter pares” – “Eşitler arasında birinci”
Eşitlik ilkesi ortaya atılmadan iki bin yıl önce eşitlerin de arasında bir eşitsizlik olacağı çoktan bir kurala bağlanmış aslında. Yeri geldiğinde antik bir referans olarak da kullanılagelmiş.
Eşitlik ilkesi gereği herkesin ifade özgürlüğü vardır mesela. Ama... Ama ile başlar hep, sonra devam eder... toplumsal hassasiyetlere aykırı, toplumun sinir uçlarına dokunuyor, dış mihraklara destek veriyor... Milliyetçilik güçleniyor demiştik değil mi? Çıkarımıza karşı olan her şeyi bir ama ile sıralayıveririz. Peki eşitlik ne oldu? Eşitlik ilkesi gereği ifade özgürlüğü? Tabi ki var, “ifade ediyorum işte kendimi, net olarak benim çıkarım sebebi ile senin susman gerektiğini ifade ediyorum, âli menfaatler gereği...” Dün senin menfaatin, bugün benim, yarın onun. Bahanemiz hazır, eşitlik bunu gerektirmez mi, dün yapılanın aynısını yapıyorum. Dünya da bunu yapıyor. Herkes eşitçe eşitsizlik yaşıyor. Eşitlik ilkesi gereği eşitsiz haklar.
Bir açıdan haklıyız aslında, geçmiş eşitsizlikleri eşitlemek için eşitsizlik yapıyoruz. Adil değil mi?
Demokrasi / Demokratik / Demokrat
Demokrasi; Yunanca dimokratia (δῆμος, yani dimos, halk zümresi, ahali + κράτος, yani kratos, iktidar) sözcüğünden türemiştir, halkın iktidarı anlamına gelir. İroniktir, Platon da, Aristo da demokrasiyi ayak takımının iktidarı olarak aşağılar. Çünkü ayak takımının, yani halkın yönetimde söz sahibi olması adil değildir. Üstün olanların, layık olanların yönetmesi adildir. Eşitlik mi? O kavram daha o zaman icat edilmemişti, mızıkçılık yapmayın.
Alışmadık ülkede demokrasi durmaz.
Antik dönemleri geride bırakalım, zaman ilerledikçe modernleşip, monarşiden oligarşiye ve nihayetinde demokrasiye geçiş yaptık. Sadece devletleri değil, üniversiteleri, işçi ve işveren organizasyonlarını, sivil kurum ve kuruluşları da demokrasi ile yönetiyoruz. Öyle değil mi?
Seçimlerle, temsili demokrasi ile yönetilmiyor mu bütün modern ülkeler? Arada darbeler olmuş olabilir canım, daha çok genç bir demokrasiyiz biz, gençlik hataları diyelim. Amerikan demokrasisi dünyada terör mü estiriyor? Yapmayın canım, onun yaptığı demokrasi ithal etmek, ne yapsın adamlar “alışmadık ülkede demokrasi durmaz.” Meclis binasını basan Trump destekçilerini gündeme bile getirmeyin, demokratik seçimleri savunuyordu onlar, Demokrat Parti’ye karşı. Bizdeki Demokrat Parti ile alakası yok tabi, ama bizdekinin başkanı da Demokrasi Şehidi. Ama darbeyi yapanlar da demokrasi için yaptı tabi.
Farklı zamanlarda, farklı yerlerde, farklı çıkarlar, farklı kararlar.
Yüksek siyaset kelime şakalarını bir kenara bırakalım da, demokratik toplum konusuna gelelim. Tanım şunu iddia eder; birbirine saygılı, toplumsal adalet, eşitlik kurallarına uyan, özgürlükçü toplum. Adalet ve eşitlik kavramlarının oynaklığından dem vurmayacağım, sokağa ineceğim. Diyelim ki, bir mahallede sokak köpekleri konusunda bir tartışma var. Köpeklere karşı fobisi olanlar, köpeklerin hijyen sorunları yarattığını iddia edenler, hayvan severler ile karşı karşıya geliyor. Demokratik bir toplumda karar nasıl verilmeli? Oylama mı yapılmalı? Peki oylama sonucunda, %51 ile köpeklerin sokakta kalmasına karar verilirse, fobisi olan insanlar sokakta yürüyemeyecek mi? Ya da diyelim ki, köpeklerin toplanılıp götürülmesine karar verildi, yine oylama ile, hayvan hakları gereği de köpekleri itlaf edemiyoruz, o hayvanları ne yapmalı? Bakım masraflarını bu yönde oy kullananlara mı ödetmeliyiz? Demokratik toplumlarda bu iş nasıl yürüyor biliyor musunuz, bambaşka saiklerle seçilmiş insanlar kafasına eseni yapıyor. Her ülkede, her eyalette, her şehirde ayrı. Nerde peki demokrasi? Medeniyet ortak akıl, tek doğru vaat etmiyor muydu? Kişisel veya toplumsal akıl, tamamen çıkar odaklı. Farklı zamanlarda, farklı yerlerde, farklı çıkarlar, farklı kararlar.
Sonuç
Bugün çıkın sokağa, açın televizyonu, izleyin, dinleyin, siz de duyacaksınız;
“Sen kendi işine bak lan!”
“Sen kendi işine bak aslanım, yolunu bul.”
“Sen kendi işine bak, görmeyiver her şeyi.”
“Aklını kullan.”
“Olaylara karışma evladım sen, okumana bak.”
“Sen kendini garantiye al da, neme lazım.”
Kahvehaneye girelim mi? “Bizi dinleyen yok ki kardeşim, demokratik hakkım bu benim, belediyenin kapısından bile sokmadılar.” İşte size hakkını arayan bir vatandaş, ne güzel değil mi? Peki bundan on dakika sonra şunu dediğine inanır mısınız? “O kim oluyor da fikrini beyan ediyormuş, kırarım onun bacaklarını, hadi kapat telefonu işim var.” İnanırsınız değil mi?
“Helal süt emmiş” biri var mı diyorduk, içtiği süt “helal”dir belki ama, bu bencillikle helallik alması biraz zor.
Artık “helal süt emmiş” birini bulmak zor. Tüm anneler oğluna “helal süt emmiş kız” ararken kendi kızlarına bencil olmayı tembih ediyorlar. Herkesin helali de kendine artık, A marka sertifikalı helal ile B marka sertifikalı helal arasındaki kararı hangi kavramla açıklarım bilemiyorum, konuyu din alimlerine bırakıp laik tarafta kalayım. “Helal süt emmiş” biri var mı diyorduk, içtiği süt “helal”dir belki ama, bu bencillikle helallik alması biraz zor.
İtiraf edelim, hepimizin işine geliyor bu durum. En cahilimizden en okumuşumuza kadar, hepimiz birlikte getirdik kendimizi bu hale. “Doğa intikamını alıyor” dedik her sel bastığında, büyük laflar ettik ama dere yatağındaki arazimizin rantından vazgeçmedik. Post-sömürgecilik dönemindeki göçmen sorununu ucuz iş gücü olarak asimile ederek çözen Avrupa ülkeleri de, diğer ülkelere ders vermekten geri durmadı. Her konuda hata yaptık. Ama bugün sorun bambaşka bir noktada. Artık herkes yalan söylüyor.
Dünya topluca tükürdüğünü yalama seansları yapıyor
Bencillik kişisel de değil. Sarı Öküz’ü vermeyecektik örneğinin içinde yaşıyoruz sanki, dünya topluca tükürdüğünü yalama seansları yapıyor. Prensipler, içtihatlar, paktlar, hepsinin yerinde yeller esiyor. Benim ki de iş, her şey değişiyor temel kavramların peşine düştüm. Yok efendim, kavramların değişmesi değil derdim. Kavramlarla birbirimize söylediğimiz yalanlar. Kendimize söylediğimiz yalanlar.
Çıkarımız bize her şeyi yaptırır. Çoğunlukla da farkında değiliz, “insanoğlu şaşar beşer” atasözü de bunun için söylenmemiş mi? Hata yapmak fıtratımızda var, benciliz vesselam.
Tehlikeli olan, artık bencilliğin, bilinçli ve farkında olarak yapılıyor olması. Artık bile isteye, kendimize yalan söylüyoruz. İnsanoğlu bugünkü kadar topluca bilinçli bencillik dönemi yaşamamıştı. Tüm bu dönemler geçip gidecek ama kavramları bencilliğimizle yok etmeye devam edersek, sonrasında hiçbir lisanda yeniden inşa edilecek temeller kalmayacak.
Eşitlik, Adalet, Demokrasi. Dünyanın tüm muhalefetleri, iktidarları, seçmenleri, kavramları rahat bırakın, çekiştirmeyin, koparlarsa bağlayamayabiliriz.
Anlayana sivrisinek saz efendim.
Yarin yanağından gayrı
Her şeyde
Her yerde
Hep beraber
Diyebilmek için...
YAZAN: ATIL ÜNAL
-------------------------------------------------------------------------------
SANATTAN NE HABER?
YARATICI KALEMLERİN YENİ BULUŞMA NOKTASI: SENARYO STÜDYOSU
Bir üretim, gelişim ve paylaşım platformu olan Senaryo Stüdyosu, alanında uzman isimlerin rehberliğinde sektöre özgün projeler, yaratıcı kalemler kazandırmayı hedefliyor. Platform, güçlü kalemleri, konusunda uzman isimleri, yapımcı ve yayıncıları birlikte üretmek için aynı çatı altında toplanmaya davet ediyor.
KADIN OYUNLARI FESTİVALİ BİLKENT CENTER’DA BAŞLIYOR
Kadın Oyunları Festivali, Türkiye’de ilk kez Bilkent Center ev sahipliğinde Ankara Sanat Tiyatrosu(AST) iş birliği ile gerçekleşecek. 4-11 Mart tarihlerinde, Ankara’da, Bilkent Sahne AST’ta hayata geçecek Kadın Oyunları Festivali, 8 – 17 Mart tarihlerinde Çanakkale Belediyesi, 23 - 27 Mart tarihleri arasında ise Ayvalık'ta Ayvalık Belediyesi'nin ev sahipliğinde Vural Sineması Nejat Uygur Sahnesi'nde devam edecek.
SPOTİFY’DA TÜM YERLİ RAP ÇALMA LİSTELERİ TEK BİR ÇATI ALTINDA
Türkçe Rap çalma listesini NKVT başlığı altında yenileyen Spotify, şimdi de rap müziğe dair tüm çalma listelerini tek bir çatı altında toplayarak dinleyiciler için adeta bir rap üssü yaratıyor. Rap müzik dinleyicileri bundan böyle, Spotify Türkiye’nin yerli rap kataloğuna Türkçe Rap microhub üzerinden tek adreste kolayca ulaşabilecek.
ORKESTRA ŞEFİ GÜRER AYKAL: GÜRÜLTÜNÜZÜ BİLE ÖZLEDİK
Pandemi sürecinde geliri olmayan orkestra sanatçılarına destek olmak amacıyla kurulan Kadıköy Belediyesi Pandemi Orkestrası Süreyya Operası’nda üçüncü kez sahne aldı. Her konserde farklı orkestra sanatçılarının yer aldığı, solist ve şeflerin ise gönüllü olarak sahne aldığı Pandemi Orkestrasını bu kez şef Gürer Aykal yönetti. Dördüncüsü 8 Mart'ta İbrahim Yazıcı ile Gülsin Onay öncülüğünde, beşincisi ise 29 Mart'ta Hakan Şensoy ile Cihat Aşkın'ın katılımlarıyla sahnede olacak.